Aşk ve Bahar | Şaban ÇETİN

“Ko çogalsun ruhun üstinde perîşân zülfün
Çün kim eyyâm-ı bahâr olıcak artar sevdâ “
Necâtî Beg

Cemre düşer ilkin havaya, sonra suya ve toprağa. Derler ki; “cemre kor durumundaki ateştir”. Düştüğü havayı, suyu ve toprağı ısıtır; bir cûş-u huruş başlar tabiatın sinesinde ve her şeye sirayet eder. Bir kıpırtı, bir heyecan ve bir esrarlı helecan olur sarar her yanı. Şimdi bir ölüm uykusundan uyanır gibi mahmurdur âlem. Tabiatın kulağına fısıldanan diriltici bir müjde gibi, bir kutlu elçiye “Ey örtüsüne bürünen: Kalk ve uyar (Müddesir Suresi 1,2) ” diye inzal olan bir vahiy gibi toprağın, suyun ve havanın sinesine nazil olan cemre, dirilişin ateşini tutuşturmuş ve her şeyi İsrafil’in suru gibi ölüm uykusundan ayağa kaldırıp harekete geçirmiştir ki işte buna bahar denir.

Baharın habercisi cemrenin kor gibi düşüşünden mülhem düşündüm ki; onunla mütenasip olarak her baharda insanın sinesine cemre gibi düşüvermektedir aşk. Çıkıp dağlara, ovalara seyran eyledim. Eriyen kara, ısınıp kıpırdanan toprağa, başını mecnun gibi taştan taşa çalan coşkun sulara… İnsanın içini titreten rüzgârların toprağın saçlarını okşayan bir letafete dönüşmesine, utangaç bir aşığın tebessümü gibi kırlarda birer ikişer açmaya başlayan çiçeklere, aldığı haberin ürpertisini hissettiren dallara ve tomurcuklara müteharri bakışlarla baktım bir zaman ve dedim ki:

Toprağın bağrına cemre düşünce
Sular engelleri yıkıp aşınca
Gönlüm nevbahara uyup coşunca
Türküler söylerim duyar mısın ey yâr?
Sen misin çiçek çiçek açan ilkbahar?

Meğerki tabiatın sinesine düşen aşk imiş cemre ve insanın sinesine düşen cemre imiş aşk. Biri tabiatın baharını diğeri insanın baharını müjdelermiş.

Müjdeler çok geçmeden hakikat olur ve mevsim bahar olur da aşığın serinden rüzgâr, çeşminden yaş, kalbinden umut tomurcukları hiç eksik olmaz. Artık öyle haller zuhur eder ki; adeta ölümün ardından gelen bir diriliş mucizesini idrak etmektedir her hücresinde âlem. Kış uykusundan uyanan tabiat binbir renk ile çiçek çiçek açar, güneş bir başkadır, hava bir başka, su ve toprak bir başkadır. Bunu temaşa eden bigâneler bilemez ki bahar rüzgârlarıyla salınan; köklerinden yürüyen suyun uyandırdığı ağaçlarla aşığın ortak yanı nedir? Donmuş ve dingin suların başını pare pare edip taştan taşa çalan, sinesini köpük köpük kabartan, baştan ayağa harelendirip bir meçhule koşturan nedir? Çiğdemleri, kardelenleri kar altından gün yüzüne çıkmaya sevk eden tecessüs; erikleri, kiraz ağaçlarını, ayva dallarını ilk güneşe aldanıp erken baharda ayazdan yanacak kadar sabırsızlandıran nedir? Erken açan çiçeklerin mukadder acı sonunu kavrayan gönlümün:

Baharı görmeden açan çiçekler
Göklerin şuh dilberine kandılar
Kalbim gibi bir ayazda yandılar
Yerine varmadı körpe dilekler

Diye sızlanmasından onlar haberli midir de böylesi aşk-ı hafinin esrarını kim bilir? Bir ulu muştu gibi toprağın sinesine dökülen bahar yağmurları aşığın gözyaşlarına ne kadar da benzer. Suları coşturan, toprağı uyandıran, buz kesmiş havaları ısındıran kor sadece tabiatın sinesinde mi yanar sanırsınız? Ya aşığın sinesinde yanan kor hangi baharın habercisidir? Bîkarar esen, sarhoş eden bahar rüzgârları sadece uçsuz bucaksız ovalarda, yüce dağlarda, şeb-i yeldâyı yaşamış; beyaz ve pembe çiçekleri ile nevruza hazırlanan dallarda ve onlara masmavi selamlar gönderen içli denizlerde ve göllerde mi eser sanırsınız? O rüzgâr aşığın serinde eser aynı zamanda; alıp savurur diyardan diyara. Görenler onları sarhoş zanneder ve derler ki; “bu sevdâdır ve sevdâ ki bir mecnun mesleğidir”. Bilmezler ki Veysel dilinde hakikat “Âdemi gafletten aşk uyandırır” diye söylenir ve gaflet ehli cümle âlemi gaflette bilir.

Kadim şiirimizin ustaları baharı bir yönüyle de “cünûn eyyâmı” yani delilik günleri olarak vasfederler. Öyledir, zira tabiatın gönlüne düşen cemre/kor onu harekete geçirip ortaya öylesine muhteşem tablolar çıkarır ki bunu gören aşığın kendinden geçmemesi gayr-ı kabildir. Suların şırıltısı, kuşların şarkısı, tomurcuğa ve çiçeğe duran dalların ürpertisi, toprağın kıpırtısı, yeşeren çimenler, açan nergisler, papatyalar, gelincikler, peygamber çiçekleri, can bağışlayan sabâ rüzgârlarının letafeti, her yanı saran bahar terâveti aşığın gönlünde nasıl bir koru tutuşturur ki görenler onu deli olmakla ayıplar. Eriyen karlarının süzülmesi, yamaçlarını süsleyen çeşit çeşit çiçekleri, bahar rüzgârlarında salınan dalları aşığın gözlerine yanaklarından inciler dökülen, omuzuna maharetli ellerde dokunmuş lahuri bir şal atmış, zülüfleri bahar rüzgârında perişan bir Leylâ gibi görünen dağlar aşığı mecnun eylemez de ne yapar?

Fuzûli merhumun “aşk imiş her ne var âlemde” mısraını düşündüm. Sahi tabiattan cemreyi, insan sinesinden aşkı çıkarsanız geride ne kalır ki; bir yığın et ve kemik ve ölü bir toprak. Tabiatta cemrenin eseridir bahar, bir Yüce Sâni’ Hâkim den almıştır; yeryüzünü gergef gibi ilmek ilmek, nakış nakış işleyen hünerini. İnsanın cemresi olan aşk ise onu gaflet uykusundan uyandırıp bir et ve kemik yığını olmaktan kurtarır, onu toprağın sırtında bir yük olmaktan çıkarır da baharda husule gelen nâmütenahi güzellik misali sayısız erdem ve ruh yüceliğini barındıran eser ve davranışta adeta baharla yarışır hale getirir.

Şaban ÇETİN

Author: Yönetici