Cemre | Şaban ÇETİN

Gözime ‘aks-i ruhun düşmek ile yanmada gönlüm

Hevâ-yı dil katı germ oldı cemre âba düşelden”

Şeyh-ul İslam Yahya

Her elem sağanağında bir gök kuşağı var mıdır, diye soruverdim kendime? Her ateşte bir İbrahim var mıdır? Her hicran demi vuslata dair bir karine midir? Her vefasızlık zulmetinin arka yüzünde parıldar mı mihr-i vefa? Dedim ey, dünyanın dağdağasından nasıl azade olur insan, mahpus yüreklerin derununda sultanlığa namzet bir Yusuf saklı mıdır?

Zihnimde çoğalan soruların girdabında debelenirken masamın üzerindeki takvime ilişti gözlerim. Ocak ayının son günüydü. Ertesi gün 1 Şubat… İçimde, gam kasavet biriktiren küf kokulu alıngan havaların ağırlığından bunalan ruhumun zindanında bir meşale yandı sanki. Sanki yıllar süren bir gecenin ardından günün ilk ışıkları hücreme süzülüverdi, gönlüm aydınlandı.

Gözlerim takvimde Şubat’a ilişir ilişmez yüreğim cemreye ilişiverdi. Yeni bir dirilişe, asude bir bahara muntazır yüreklerin hayallerini hakikate dönüştürecek cemre, bu ayda düşecek önce havaya sonra suya. Cemre düşünce ısınırmış hava su ve toprak. Daha düşmeden içim ısındı, heyecanlandım. Hayaliyle bile heyecanlandığım baharı beklemeyi bile sevdiğimi fark ettim. Öyle ya, vefalı bir yar gibi her yıl çıkagelen bahardı cemrelerle…

Düşündüm, her elem sağanağında bir gök kuşağı vardı ama görebilen varsa. Her ateşte bir İbrahim vardı olabilen varsa ve İbrahim’e gül bahçesi olan nevbahardı. Hicran vuslatın varlığına bir karine bir işaret idi. Zira ruhlarının birliğinden söz edilmeyenlerin ayrılığından da söz edilemezdi. Her vefasızlıkla beraber bir vefa güneşi parıldardı. Zira her yokluk bir varlığa kapı aralar her vefasızlığın ardında insanı esaslı bir vefa katına terfi ettiren bir hakikat orta yere çıkardı. O yüzden “her zorlukla beraber bir kolaylık vardır” denilmişti. Ve eğer insan kendi zindanının farkına varır; ayaklarındaki prangaların hakikatini kavrarsa, azade olmaya muktedir olabilir. İşte o zaman kendi zindanından bir Yusuf olarak çıkardı.

Cemreyi hatırlatan Şubat ayının girişiyle böylesi düşüncelerde cevelan eden ruhun heyecanını düşünün artık. İnsanın beklediği misafir ne kadar aziz ise, ruhunun helecanı o denli şiddetli olur. O’nun elçileri gelir, ilkin önce havayla, sonra suyla ve toprakla müjdelerler bir kutlu gelişi. Sonra kendisi geliverir elçilerin ardından, ürperir tabiat, bin bir renk olur açılır, eşsiz rayiha olup buram buram tutar ovaları dağları… Göz bayram eder, gönül bayram yeri oluverir.

Her türlü noksanlık ve acziyetle malul olan insanın umudunun tükendiği, melal denizinin dalgalarına şuursuzca kendini bıraktığı bir anda bereket adasına çıkıvermiş hissi verir, yüreğine düşüveren cemre. Zifiri gecenin asırlar gibi uzadığı bir anda seher yıldızı gibi doğar, şerha sıcakta kavrulmuş çehrelere bir ikindi serinliği gibi eser. Hayata tutunmaktan bitap düşmek üzere olan insana yeni bir haber fısıldar, tutar ellerinden, yitirdiğini buldurur, unuttuğunu hatırlatır. Adeta hayatla ölüm arasında salınmakta iken onu hayatın kıyısına çıkarıverir.

“İnsan en çok kaybettiğini bulunca mutlu olur” derlermiş. Şubatı gördüm, cemreyi hatırladım ve düşündüm, aslında insanlar aylardan en çok Şubatı mı sevmeli? Zira yitirdikleri o aziz misafirin habercileri bu ayda teşrif ediyor havayı, suyu ve toprağı… Ama insanlar farkında mı bilinmez, hava nedir, su nedir, toprak nedir? Her yıl veda edip tekrar geliveren aziz misafir kimdir?

 

Şaban ÇETİN

 

Author: Fatih
İsim: FATİH ŞAHBAZ Yaşadığı İl: İstanbul Yaşadığı İlçe: Üsküdar Meslek: T.Halk Bankası A.Ş.