Notice: Undefined index: EasyPostViewCounter_0 in /home/sorgundu/public_html/wp-content/plugins/easy-post-view-counter/EasyPostViewCounter.php on line 24
https://www.sorgundusuncekulubu.com/ Sorgun Düşünce Kulübü, hiçbir partinin, ideolojik yapılanmanın veya cemaatin güdümünde ya da tesirinde olmayan, tamamen sivil ve bağımsız bir oluşumdur. Sun, 07 Jan 2024 18:51:36 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.4.3 https://www.sorgundusuncekulubu.com/wp-content/uploads/2014/01/cropped-cropped-LOGO62-32x32.png https://www.sorgundusuncekulubu.com/ 32 32 Ocak 2024 / Üsküdar Toplantısı https://www.sorgundusuncekulubu.com/ocak-2024-uskudar-toplantisi/ Sun, 07 Jan 2024 18:51:34 +0000 https://sorgundusuncekulubu.com/?p=7254 Ocak 2024 kahvaltı toplantımızı 6 Ocak Cumartesi günü Üsküdar’da gerçekleştirdik.

Ocak 2024 / Üsküdar Toplantısı yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Ocak 2024 kahvaltı toplantımızı 6 Ocak Cumartesi günü Üsküdar’da gerçekleştirdik.

Ocak 2024 / Üsküdar Toplantısı yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Filistin https://www.sorgundusuncekulubu.com/israilin-filistin-halkina-yonelik-soykirimini-onlemek-ve-faillerini-katilleri-yargilayarak-cezalandirmak-insanligin-vicdan-borcudur/ Wed, 03 Jan 2024 08:16:41 +0000 https://sorgundusuncekulubu.com/?p=7245 İSRAİL’İN FİLİSTİN HALKINA YÖNELİK SOYKIRIMINI ÖNLEMEK VE FAİLLERİNİ (KATİLLERİ) YARGILAYARAK CEZALANDIRMAK İNSANLIĞIN VİCDAN BORCUDUR İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihinde başlattığı ve bu yazının kaleme alındığı...

Filistin yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
İSRAİL’İN FİLİSTİN HALKINA YÖNELİK SOYKIRIMINI ÖNLEMEK VE FAİLLERİNİ (KATİLLERİ) YARGILAYARAK CEZALANDIRMAK İNSANLIĞIN VİCDAN BORCUDUR

İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihinde başlattığı ve bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle 84’üncü gününe ulaşan saldırılar sonucu Gazze Şeridi’nde ölü sayısının 21 bini, yaralıların ise 55 bini aştığı, çoğunluğu enkaz altında ya da cenazelerine ulaşılamayan on binlerce kişinin de kayıp olduğu belirtilmektedir. Gazze’deki yetkililer tarafından yapılan açıklamada, saldırılarda öldürülen ve yaralananların %70’nin kadın ve çocuklardan oluştuğu, öldürülenler arasında çok sayıda sağlık çalışanının, yardım kuruluşlarına mensup kişilerin ve gazetecilerin bulunduğu kaydedilmektedir.

Bu bilgiler tüm insanlığın gözü önünde Filistin halkının soykırıma uğradığını göstermektedir.  Gazze’de yaklaşık üç ayda öldürülen çocuk ve kadın sayısı ile yaralanan kadın ve çocuk sayısı dikkate alındığında, saldırıların bizatihi Filistin halkının varlığına yöneldiği, bu halkın soyunu devam ettirecek kadın ve çocuk unsurunun yok edilmeye çalışıldığı açıkça görülmektedir. Çocukları ve kadınları öldürmek suretiyle bir halkın gelecekte yok edilmek istenmesi açık bir soykırımdır. Eşi ve benzeri görülmemiş böyle bir soykırımın tarihsel süreçte Hz. Musa’nın yaşadığı dönemde Firavun tarafından işlendiğini, Kuranı Kerim bize haber vermektedir. Asırlar sonra aynı topraklarda benzeri bir soykırımın tekrarlanmasına insanlık yeniden şahit olmaktadır.

Belirtmek gerekir ki, İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği bu suçlar yeni de değildir. İsrail, kurulduğu 1948 yılından beri Filistin topraklarını işgale etmekte, bu topraklarda yaşayan yüzbinlerce Filistinliyi yurtlarından göçe zorlayarak mülteci durumuna düşürmekte ve bu insanları çok olumsuz koşullarda yaşamaya mahkûm etmektedir.  İsrail bununla da kalmamakta, işgal süresince Filistinlileri yaşadıkları yerleri terk etmeye zorlamak için işkence, öldürme, sivillere yönelik toplu katliam ve soykırım olarak kabul edilebilecek en ağır suçları da işlemektedir. Bu denli ağır suçları 75 yıldır işleyen bir yapıya devlet demek de mümkün değildir. Zira devletin bir hukuku vardır. Hukuk tanımamazlık ise terör örgütlerinin en bariz vasfıdır. Bu itibarla İsrail’in bir terör devleti olarak isimlendirilmesi oldukça isabetlidir.

Bu suçların İsrail tarafından mütemadiyen işlendiği Uluslararası Af Örgütü ve Birleşmiş Milletler gibi örgütler tarafından tespit edilmiş olmasına rağmen, bunların faillerine herhangi bir yaptırım uygulanamamaktadır. İsrail, işgal sürecinde yıllardır işlediği ve fakat uluslararası toplumun kuru kınaması dışında herhangi bir yaptırımla karşılaşmadığı suçlarını son üç aydır özellikle Gazze’de yaşayan Filistinlileri tamamen imha etmek suretiyle soykırım boyutuna taşımıştır.

Filistin topraklarına yapılan saldırılar Filistin Devletinin askeri veya savaşan unsularını değil, tüm Filistin halkını hedef almaktadır. Hastaneler ve okullar dahil olmak üzere, sivil halkın yaşadığı, barındığı tüm binalar, yapılar ağır bombardımana tabi tutularak mazlum Filistin halkının başlarına yıkılmakta, hemen her gün yüzlerce Filistinli enkaz altında hayatını kaybetmektedir. Çocukların ve kadınların parçalanmış cesetleri günlerdir televizyon haberlerinin ana konusunu oluşturmaktadır. Yapılan saldırılardan sağ kurtulanlar ise aç, susuz ve barınacağı bir ev olmadan gayri insani şartlarda yaşamaya mahkûm edilmektedir. 1967 yılından beri açık hapishaneye döndürülen Gazze’de yıkılmadık bina kalmadığı, şehrin artık kocaman bir çocuk mezarlığına dönüştüğü belirtilmektedir.

Her ne kadar çeşitli ülkelerde yaşayan vicdan sahibi insanlar mazlum Filistin halkına karşı sergilenen bu barbarlık karşısında sesini çıkarmaya çalışıyorsa da, dünyanın gözü önünde işlenen ve soykırım boyutuna ulaşan bu insanlığa karşı suçlara neredeyse tüm devletler seyirci kalmaktadır. Her çağda içinde yaşadıkları toplumlar tarafından kovulan Yahudilere gösterilen bu açık ve örtülü desteğin nedeni tam olarak anlaşılmamakla birlikte sezilebilmektedir. Özellikle Batılı devletler kendi ülkelerinden kovarak Filistin topraklarına sürdükleri ve bir devlet sahibi kıldıkları Yahudilerin tekrar başlarına sorun olmasını istememektedirler. Halkı Müslüman olan devletlerin ortasına kurdurulan İsrail Devletinin işlediği suçlara göz yummak Batı medeniyetinin geçmişte Yahudilere karşı işledikleri suçlardan kaynaklana bir “borçluluk” sorununun dışa vurumunu yansıtmaktadır. İsrail Devletinin işlediği suçlardan beslendiği ve yaşamını sürdürdüğü Batı medeniyeti tarafından gayet iyi bilinmektedir.

Filistin topraklarında yaşanan bu sorun karşısında Batılı ülkelerden ve Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi gibi kurumlardan bir çözüm beklemenin zor olduğu görülmektedir. Zira Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tüm dünyanın gözü önünde yaşanan soykırımı durdurmak için “ateşkes” kararı dahi alamamaktadır. Başta 1967 yılında alınan kararlar olmak üzere, şimdiye kadar BM tarafından alınan kararların da kağıt üzerinde kaldığı açıktır. Halkı Müslüman olan devletler ve oluşturdukları kurumların da işlenen katliamı durdurabilecek siyasi, ekonomik ve askeri etkinliğe sahip olmadıkları son yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi Olağanüstü Ortak Zirvesi’nde ortaya çıkmış durumdadır. Bu toplantıya katılan devletlerin yöneticileri İsrail saldırılarının durması, Filistin halkının güvenliğinin sağlanması ve insani yardımın derhal ulaştırılması konusunda görüş birliğine varmış olmakla birlikte, bunun ne şekilde ve nasıl sağlanacağı konusunda somut bir plan ortaya koyamamışlardır. Gerçekten Filistin halkına yapılan soykırımı ve insanlığa karşı işlenen suçları özellikle halkı Müslüman olan toplumların ve devletlerin çaresizce izlemeleri, Batı medeniyetinin İslam karşısında ne denli mesafe aldığını, Müslümanların itikadi olarak ne kadar geriletildiğini, yöneticilerinin elini kolunu bağladığını ve Batı medeniyetinin tüm dünyada zaferini ilan ettiğini göstermektedir. Bu durumun halkı Müslüman olan devletler ve toplumlar bakımından ne kadar acı verici bir hal olduğunu söylemeye gerek yoktur.

Filistin topraklarında öncelikle yapılması gereken sürekli işlenmekte olan soykırım ve insanlığa karşı suçların önlenmesidir. Bu suçların önlenmesine yönelik olarak Türkiye’nin inisiyatif kullanarak çeşitli tedbirleri alması mümkündür. Bunlardan ilki, Türkiye’nin öncülüğünde halkı Müslüman olan diğer devletlerle Filistin Devleti arasında yapılacak bir güvenlik anlaşmasıdır. Çok taraflı bu anlaşmayla Filistin Devletinin uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru müdafaa hakkına destek verileceği açıkça kararlaştırılmalıdır. Türkiye böyle bir anlaşmayı İsrail’e karşı Filistin Devletinin yanında savaşa girmek için değil, Filistin halkının güvenliğini sağlamak ve insani yardımların ulaşmasını temin etmek için yapmalıdır. Bu amaçla TBMM’den alınacak bir kararla yardımların Filistin halkına ulaşmasını sağlayacak güvenli kara ve deniz koridorları oluşturmak ve bunun güvenliğini sağlamak için Türk askerinin yurt dışına çıkmasına izin verilmelidir.

Türkiye gerekirse bu kararı, diğer ülkelerin katılımını beklemeden tek başına almalı ve uygulamalıdır. Türkiye’nin bölge halkı üzerindeki tarihi rolü ve sorumluluğu Filistin halkının korunması için daha aktif çaba göstermesini gerektirmektedir. Her gün yüzlerce çocuğun öldürüldüğü bir savaşın hiçbir meşruiyeti yoktur. Böyle bir vahşeti durdurmak vicdan taşıyan tüm insanların görevidir. Bu amaçla işgale uğrayan Filistin topraklarının işgalcilerden kurtarılması ve Filistin halkının maruz kaldığı soykırım ve insanlığa karşı suçların önlenmesi için Filistin Devletine yardım etmek Birleşmiş Milletlerin amaçlarına ve uluslararası hukuka uygun olacaktır. 

Öncelikli amaç İsrail’in Filistin halkına yaptığı zulümleri önlemek ve bunu sağlayacak tedbirleri almış olmakla birlikte, işlenen suçların cezasız kalmaması için de ulusal ve uluslararası yargı mercilerini hareket geçirmek gerekir. Bilindiği üzere, tüm uluslararası toplumu yakından ilgilendiren ve çok ağır suçlar olan “soykırım suçu”, “insanlığa karşı suçlar”, “savaş suçları” ve “saldırı suçları”nın cezasız kalmasına son vermek ve bu tür suçların işlenmesini önlemek amacıyla Birleşmiş Milletler bünyesinde hazırlanan ve 17 Temmuz 1998 tarihinde kabul edilen Roma Statüsü ile daimi statüde bir “Uluslararası Ceza Divanı” kurulmuştur. Divanın yargı yetkisine sahip olduğu bu suçların neredeyse tamamı İsrail Devleti tarafından Filistin topraklarında her gün işlenmektedir. Örneğin soykırım suçu bağlamında Gazze’de Filistinlilerin sırf dini veya etnik mensubiyetleri nedeniyle öldürülmeleri (Statü m. 6, f. 1, bent a), insanlığa karşı suçlar arasında sayılan, sivil halka karşı geniş çapta ve sistematik saldırının bir parçası olarak öldürme, toplu yok etme, halkı başka yere sürme veya zorla nakletme, işkenceye maruz bırakma fiillerinin işlenmesi (Statü m. 7, f. 1, bent a, b, d), savaş suçları kapsamında bir plan veya politikanın parçası olarak çatışmalarda doğrudan yer almayan sivillere karşı bilerek saldırı düzenlenmesi, savunmasız veya askeri hedef oluşturmayan kentlerin, köylerin, yerleşim yerleri ve binaların bombalanması veya herhangi bir araçla saldırılması, dini, eğitim veya hayır amaçlarıyla kullanılan binalara, hastanelere ve hasta ve yaralıların toplandığı yerlere bilerek saldırı düzenlenmesi (Statü m. 8, f. 2, bent b, alt bentler   i, ii, v, ix) gibi çok sayıda suçun işlendiği gözlemlenmektedir.

Bu suçların failleri hakkında öncelikle soruşturma açılmasını sağlamak gerekir. Roma Statüsünde savcının hangi hallerde soruşturmaya başlayacağı gösterilmiştir (m. 13, 14, 15). Divanın yargı yetkisine giren bir suçun soruşturulması ve kovuşturulabilmesi için savcıya Statüye taraf devletler veya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başvurabilmektedir. Ayrıca söz konusu suçların işlendiğine dair elinde bilgi bulunan savcının kendiliğinden soruşturma başlatma yetkisi de bulunmaktadır. Belirtmek gerekir ki, Türkiye Roma Statüsüne taraf olmadığı için, devlet olarak işlenen bu suçlardan dolayı soruşturma açılmasını istemesi mümkün değildir. BM Güvenlik Konseyinin de başvurması imkânsız gözükmektedir. Bu durumda savcının kendiliğinden harekete geçmesini sağlayacak bilgi, belge ve delillerin toplanıp sunulması seçeneği kalmaktadır. Savcı, Divanın yargı yetkisine giren suçlardan dolayı yer ve vatandaşlık sınırlaması olmaksızın kendiliğinden soruşturma başlatma ve delilleri toplama yetkisine sahiptir. Bu durumda Türkiye’deki hükümet dışı kuruluşların özellikle elde ettikleri delillerle birlikte savcıya başvurarak soruşturma başlatmasını istemeleri ve bu yönde baskı oluşturmaları gerekir.

Diğer taraftan belirtmek gerekir ki, Filistin Devleti 2015 yılında Roma Statüsünü onaylamış ve ülkesinde işlenen savaş suçlarından dolayı Divan’ın savcısına soruşturma başlatılması için başvurmuştur. Savcı, iddialarla ilgili makul sebeplerin bulunduğuna karar vererek soruşturma başlatmıştır. Dolayısıyla esasen savcının önünde İsrail Devlet yetkilileri hakkında Filistin topraklarında işledikleri savaş suçlarından dolayı 2021 yılında başlatılan bir soruşturma bulunmaktadır. Dolayısıyla son aylarda işlenen suçlardan dolayı yeni bir soruşturma başlatılmasına gerek olmayıp, işlenen suçlara ilişkin delillerin mevcut soruşturma dosyasına sunulması yönünde çaba gösterilmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Türkiye’deki hükümet dışı kuruluşların ellerindeki görüntüleri, bilgi ve belgeleri savcılığın başlattığı soruşturma dosyalarına sunmaları önem taşımaktadır.

Bütün bunlara rağmen Uluslararası Ceza Divanı savcısının İsrail Devletinin yukarıda zikredilen suçları işleyen yetkilileri hakkında soruşturma sürecini ne şekilde işleteceği, dava açmaya gücünün yetip yetmeyeceği oldukça şüpheli gözükmektedir. Zira 2021 yılında başlatılan soruşturmada henüz somut bir ilerleme olmamıştır. Bununla birlikte aynı savcılık Ukrayna’da binlerce çocuğun Rusya’ya nakledildiği iddiasıyla Rusya Devlet Başkanı Putin hakkında Mart 2023’de tutuklama kararı çıkartmıştır. Filistinli 5.500 çocuğun öldürülmesi karşısında aynı kararın Netanyahu hakkında çıkarılıp çıkarılamayacağı, savcının görevini hangi etkiler altında yaptığını da gösterecektir. Roma Statüsünün dibacesinde, 20. yüzyılda “milyonlarca çocuk, kadın ve erkeğin insanlık vicdanını derinden yaralayan, hayal bile edilemeyecek kötülüklerin kurbanı olduğu” belirtilerek, bu kötülükleri önlemek ve cezasız bırakmamak için Divanın kurulduğu belirtilmiştir. Filistin’in mazlum halkı 70 yıldır bu kötülüklere maruz kalmaktadır. Acaba Filistinli çocuklar, Ukraynalı çocuklar kadar değerli midir? Ya da Filistinli çocuklar insanlık vicdanının derin yarası olacak mıdır?

Türkiye, uluslararası yargı mercilerinin harekete geçmesini beklemeden, kendi yasal düzenlemelerini işleterek Filistin’de işlenen soykırım ve insanlığa karşı suçlardan dolayı İsrail Devletinin yetkilileri hakkında ceza soruşturması başlatmalıdır. Bilindiği üzere Türk Ceza Kanununun 13. maddesine göre, soykırım ve insanlığa karşı suçlar nerede, kim tarafından ve kime karşı işlenirse işlensin, bu suçların failleri hakkında Türkiye’de soruşturma ve kovuşturma yapılması mümkündür. Her ne kadar bu suçlardan dolayı yargılama yapılabilmesi için faillerin Türkiye’de bulunması gerekiyorsa da, soruşturmaya başlayabilmek için buna gerek bulunmamaktadır. Ancak bu suçlardan dolayı Türkiye’de soruşturmaya başlayabilmek için Adalet Bakanının talebi gerekmektedir. Türkiye’de başlatılacak etkin bir soruşturma, bu kapsamda verilebilecek tutuklama kararları ve uluslararası yakalama talepleri, İsrail Devlet yetkilileri üzerinde caydırıcı bir etki oluşturacaktır.

Sonuç olarak, İsrail’in Filistin ülkesinde işlediği ağır insanlık ihlalleri gerek vicdanlarda gerekse mahkeme kararlarında karşılığını mutlaka bulmalıdır. İsrail Devleti yetkililerinin işlediği suçların hesabının yargı organları tarafından sorulması, tüm insanlık ailesinin yükümlülüğündedir. Zira işlenen suçlar tüm insanlığa karşı işlenmektedir. İşlenen suçlara karşı kulakları sağır, gözleri kör olan dünyanın uyarılması görevi de en çok da Türk milletine terettüp etmektedir.      

Ali NADİR

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Filistin yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Aralık 2023 / Bahçelievler Toplantısı https://www.sorgundusuncekulubu.com/aralik-2023-bahcelievler-toplantisi/ Sun, 03 Dec 2023 09:08:35 +0000 https://sorgundusuncekulubu.com/?p=7235 Aralık 2023 kahvaltı toplantımızı 2 Aralık Cumartesi günü Bahçelievler’de gerçekleştirdik.

Aralık 2023 / Bahçelievler Toplantısı yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Aralık 2023 kahvaltı toplantımızı 2 Aralık Cumartesi günü Bahçelievler’de gerçekleştirdik.

Aralık 2023 / Bahçelievler Toplantısı yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
CULFALIH https://www.sorgundusuncekulubu.com/culfalih/ Fri, 01 Dec 2023 18:42:57 +0000 https://sorgundusuncekulubu.com/?p=7231 Culfalıh, bizim oraların  türlü çeşitli söylenen  laflarından biridir. Kimileri culfalık der, kimileri  culhalıh  der,  kimileride  culhalık der. Ağaçtan, tahtadan yapılı  dohuma tezgahıdır. Şeherli lafıynan söyleyecek...

CULFALIH yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Culfalıh, bizim oraların  türlü çeşitli söylenen  laflarından biridir. Kimileri culfalık der, kimileri  culhalıh  der,  kimileride  culhalık der. Ağaçtan, tahtadan yapılı  dohuma tezgahıdır. Şeherli lafıynan söyleyecek olursah;  köylük yerin tekstil makinasıdır gendisi .

Göl yeri susuz,  köylük yer malsız  olmaz. Hısımın eyisi gayın, malın eyisi goyun derler.  Yeme, içme, geyinme, hepisi  goyundan olduğu için heral. Yediğin içtiğin senin olsun diyenin hesabı, yeme içme işini bi galemde geçek,  geyinme işine  dohuma işine gelek.

Dohumacılıh bi zenaattir, ilimdir, tercübedir. Bu zenaatinen horantanın gadın gısmı, gız gısmı uğraşır. Zenaat anadan evlada  oğredilerek  gelecek nesillere ahtarılır.  Culfalıh ekseri gışın gurulur. Tarla tumda iş galmayıncı bu iş devriye girer. Culfalıh evin gunnük  işleri bitinci dohuyuculara ikinci adres olur.

Geçerler tezgahın başına, otururlar tabureye, eller ipte, ayahlar pedalde, gözler desende,  tah tuh, ileri geri, aşağı yuharı… neler neler dohurlar: mahsule; çuval, seklem, hurç, haral… eve;  yolluh, kilim, çul, namazlağ, habe, minder yüzü, yastıh yüzü… geyime; şal, şalvar, goynek, kuşak, aba…  hepisi göz nuru.

Evveliyatıda var bu işin. İpti goyunların yünü gırhılır. Daranır. Gırhılan , daranan yünner yunur yıhanır. Yıhanan yünner gurutulur, kirmanın çıhrığınan ağrilir ip haline getirilir.

Hepisi emek… hepisi  alınteri …

Adnan Korkmaz

Sorgun Düşünce Kulübü

CULFALIH yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
SORGUN ve YÖRESİNDE DOKUMACILIK https://www.sorgundusuncekulubu.com/sorgun-ve-yoresinde-dokumacilik/ Fri, 01 Dec 2023 18:36:46 +0000 https://sorgundusuncekulubu.com/?p=7227 “Kara mağara bucağı köylerini dolaştım. Hemen her evde ıstar tezgahı ve  çit’leri (dokuma tezgahı ) çalışır durumda gördüm.” (Y.Durul, Orta Anadolu Halk El  Sanatları Yarışması,...

SORGUN ve YÖRESİNDE DOKUMACILIK yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
“Kara mağara bucağı köylerini dolaştım. Hemen her evde ıstar tezgahı ve  çit’leri (dokuma tezgahı ) çalışır durumda gördüm.”

(Y.Durul, Orta Anadolu Halk El  Sanatları Yarışması, Türkiye’miz, S.15, Şubat 1975, S.34/ Yöre Özellikleriyle Yozgat Kilimleri – Bekir Deniz Makalesi 4 numaralı dipnottaki atıf  )

SORGUN’DAN ÇIKTIM YOLA ADLI KİTAPTA DOKUMACILIK İLE İLGİLİ ANLATILANLAR

“Emine artık ufak tefek dokuma işlerine de başlamış. Annesi Fadime kadın güzel halı dokurmuş. Önceleri Emine, yolluk, çul, şayak gibi düz ve basit şeyleri dokumayı öğrenmiş. Daha sonra basit desenlileri ve giderek kilim, halı yastık ve halı gibi karışık desenlileri maharetle dokuya biliyormuş

Zamanla tezgâhın  kurulup sökülmesi yanında yün taramak, yün eğirmek ve yün boyamak gibi dokumayla ilgili tüm ayrıntıyı annesiyle birlikte uygulayarak öğrenmiş.

O dönemde, köyün bütün genç kızları dokuma işlerinden az çok anlarlarmış. Zira kullandıkları birçok ev eşyası ve giysilerini, kendileri yapmak durumundaymışlar.

Bu eşyalara, bir çiftçi evinin gereksinim duyduğu pek çok şey dâhil olurmuş. Örneğin: yatak, yorgan, yastık, minder, halı, kilim, yolluk, çul, çuval, çorap, hırka, kazak, şalvar, başlık gibi yünden yapılan her şeyi kadınlar imal ederlermiş.

Ayrıca pazardan alınan pamuklu kumaşlarla da kendilerine fistan, iç çamaşırı, erkeklere don, gömlek, mintan gibi giyim eşyalarını, özellikle gelinlik çağına yakın kızlar dikerlermiş.

Emine de bu işlerden hiç bir zaman geri kalmazmış.  Hem evlerinin ihtiyaçlarını diker, hem de ilerde kullanmak üzere, bu eşyalardan bazılarını çeyiz olarak hazırlarmış 

Emine, tek kızını en iyi biçimde eğitmek, her işi öğretmek, onun kimseden geri kalmamasını sağlamak için elinden gelen çabayı gösteriyordu. Tekmile ilerde çok güzel kanaviçe işleyecek, oya örecek, yün taramayı, boyamayı ve eğirmeyi öğrenecek, yolluk, çul ve kilim dokuyacak ve ayrıca güzel yemek yapmayı, çamaşır yıkamayı, velhasıl hemen her türlü ev işini mükemmel bir şekilde öğrenecekti.”   

(Sorgun’dan Çıktım Yola / Anılarım /Prof. Dr. Rauf Yücel  / Sorgun Belediyesi Yayınları No: 10)

 “Evleri  çukurmo’la

  Çulhalık dokurmo’la”

(Yozgat Manileri / Muhsin Köktürk /  heryönüyleyozgat adlı web sitesi )

TEKNE KAZINTISI  ADLI KİTAPTA DOKUMACILIK İLE İLGİLİ ANLATILANLAR   

“ Ana ! O ağır ev işleri yanında  yine uykusuz kalarak

 “ CULHALIK” da  şalvar dokuduğunu da biliyoruz. Biz dünyadan habersiz mışıl mışıl uyurken, arada bir takır takır mekik sesleri dinlerdik. Koyun yünü ipliğini , getirenlerin isteğine göre  erkek şalvarı,  çoban abası,  seklem çuvalı,  nakışlı heybe ve hurç dokurdun. (Tekne Kazıntısı / Öykü / Arif Baş )

“ Iğ ile inceltip kendir ipini,

Araya vermezdik onun sapını,

Istarda culfalık bilip çapını,

İlmeği çekerdik bizim köylerde.”

(Bizim Köylerde /Şiir / Aşık Efruze- Songül Yurdagül / heryönüyleyozgat adlı web sitesi )

DAĞARCIĞIMDA ANADOLU’NUN ÖZ VERİSİ  ADLI KİTAPTA DOKUMACILIK İLE İLGİLİ ANLATILANLAR

ÇAYÖZÜ KÖYÜ’NDE KİLİMCİLİK

“Kilim ve halılar koyun ve keçilerimizin yününden dokunur. Doğal keçi ve koyun yünü renkleri de kullanılabilir veya boyanır. Özel tezgâhımız vardır.”

“Dokuyacağımız eşyaya göre ipi, gelepleri  farklı kalınlıkta ve büklümde ayrı ayrıdır. Halı ipi kalın eğrilir. Kilim ipi ondan biraz daha ince eğrilir. Yastık, heybe ondan da biraz daha ince eğrilir. Şalvar, başlık, kayma kuşak saç teli gibi ince eğrilir. Tezgâha atkı ipi kıvrak eğrilir. Geçki ipi yefek eğrilir.”

“Boyalar – kök boya derler – çeşitli bitki kökleri ile toprak karıştırılarak yapılır. Bu boyalar sıkı olur, solmaz, akmaz.

Kök boya dağlardan çıkarılan, ağaç ve bitki kökleri, kaya ve toprak çeşitleridir.”

“Eğer ipler boyanacaksa, ateş ocağı veya tandır üzerinde bakır kazanda yapmalıdır. Kazana su doldurulup ağzına bakır kermesi konarak kaynaması beklenir. Boyası atılır, bir miktar yağ kullanılır. Karıştırarak gelepler içine basılır. İstenilen koyuluğa göre kaynaması vardır. Kaynayan ve boyanan ip, ağzı kapalı kazanda kermeğiyle yirmi dört saat uyuyacak. Ertesi gün soğuk suyla iyice yıkanacak. Gölge yerde kurutulacak. Kuruyan gelepler sarılıp, bir sepete yerleşecek. Kirmen, ığ (iğ) gibi her kalınlıkta için ayrı aletimiz vardır, yünler eğrilir. lygı ipi tekrar bükülecek. lyılıp tarağa, kücüğe çekilip çulfalığa asılacak.”

(Dağarcığımda Anadolu’nun Öz Verisi  / Kadın Aşık Sefil Döndü )

Adnan Korkmaz

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

SORGUN ve YÖRESİNDE DOKUMACILIK yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Kasım 2023 / Pendik Toplantısı https://www.sorgundusuncekulubu.com/kasim-2023-pendik-toplantisi/ Sun, 05 Nov 2023 13:43:41 +0000 https://sorgundusuncekulubu.com/?p=7221 Kasım 2023 kahvaltı toplantımızı 4 Kasım Cumartesi günü Pendik’te gerçekleştirdik. Bizleri en iyi şekilde ağırlayan Aydın Baran’a çok teşekkür ederiz. Ayrıca toplantımıza katılım sağlayan Şerafettin...

Kasım 2023 / Pendik Toplantısı yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Kasım 2023 kahvaltı toplantımızı 4 Kasım Cumartesi günü Pendik’te gerçekleştirdik. Bizleri en iyi şekilde ağırlayan Aydın Baran’a çok teşekkür ederiz. Ayrıca toplantımıza katılım sağlayan Şerafettin Taştan ve Prof. Dr. Rauf Yücel’e teşekkür ederiz.

Kasım 2023 / Pendik Toplantısı yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Sorgun Yarışı https://www.sorgundusuncekulubu.com/sorgun-yarisi/ Wed, 01 Nov 2023 19:28:14 +0000 https://sorgundusuncekulubu.com/?p=7210 “Sorgun Kazasında Belediye ve Tayyare Cemiyeti menfaatine icra edileceğini geçen hafta yazdığımız at yarışı geçen Cuma muvaffakiyetle icra edilmiştir. Yeni bir kaza merkezimiz olan Sorgun’un tertip etmiş...

Sorgun Yarışı yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
“Sorgun Kazasında Belediye ve Tayyare Cemiyeti menfaatine icra edileceğini geçen hafta yazdığımız at yarışı geçen Cuma muvaffakiyetle icra edilmiştir.

Yeni bir kaza merkezimiz olan Sorgun’un tertip etmiş olduğu bu yarış, muhitine binlerce seyircinin celbini mucip olmuştur.

Henüz inkişafa başlayan bir muhit için bu gibi umumi vesilelerin pek çok faidesi olduğundan, Sorgun tertip ettiği yarışla oldukça istifade temin etmiştir…

Yarışın mümkün olduğu kadar mükemmel olabilmesi için sarf edilen mesai göze çarpıyordu.

Yarış günü ve yarıştan bir gün evvel, şehrimizden pek çok zevat Sorgun’a gitmişler, civar kaza ve köylerden gelen halk Sorgun’a tarihi bir gün yaşatmıştır. Hanların ademi istiabı dolayısıyla bazı misafirler dışarıda kalmıştır.

Baharın icra edilen bu yarış, havanın muhalefetine maruz kalmamış olsaydı gidenler güzel bir gün geçirmiş olacaklardı.

Maalesef, havanın fırtınalı olması, beklenen istidadı toz toprak içinde boğmuş umumi bir rahatsızlığa sebep olmuştur.

Vesait yokluğu neticesi yarış mahallindeki istirahat esbabının azlığı da havanın lodosuna, yarış mahallinin tozuna  inzimam edince, herkesin neşesi makus haller üzerinde dolaşmaya başlamıştır.

Yarışın muhitte umumi bir alaka hasıl ettiği, yarışa iştirak eden hayvanların adetleriyle anlaşılıyordu.

Yarışa altısı idmansız, sekizi birinci, on üçü ikinci, on beşi üçüncü, dördü de süvari jandarma koşusuna iştirak etmek üzere kırk altı at iştirak etmiştir.

İdmansız hayvanlar koşusu eyerli yapılmış, birinciliği Karakayalı Hüseyin Efendi’nin sahibi ve raakibi olduğu Al At kazanmıştır.

Hayvan çokluğu neticesi, hayvan sahiplerinin muvafakati ile program harici yapılan koşuya sekiz hayvan iştirak etmiş,  bu koşuda Taşpınarlı Hamza Kahya’nın AL TONDAKİ atı birinciliği, Çayırözlü Kaplan Ağa’nın DEMİRKIRI Atı ikinciliği kazanmıştır. Birinciye yirmi , ikinciye on lira mükafat verilmiştir.

İkinci koşuya on üç hayvan iştirak ederek birinciliği Çorum’un Kavak köyünden Şükrü Efendi’nin DORU Atı, İkinciliği  Mağdenli İsmailoğlu Mehmed Ağa’nın AL Renkli hayvanı kazanmıştır. Birinciye yüz, ikinciye yetmiş beş lira mükafat verilmiştir.

Üçüncü koşuya, en büyük koşuya, on beş hayvan iştirak edip birinciliği Boğazlıyan’ın Poyrazlı Karyesinden Karaca Bey’in  DORU Renkteki Atı, ikinciliği Karahacılı Halis Efendi’nin AL Renkteki Hayvanı kazanmıştır. Birinciye yüz elli, ikinciye yüz lira mükafat verilmiştir. Bu koşuya cidden çok güzel hayvanlar iştirak etmiş ve bir çok atlar seyirciler üzerinde ayrı ayrı  nazarı dikkati celp etmişti.

Bilhassa Molla Şakirzade Şevket Efendi’nin DORU Rengindeki Atı herkesin ümidini üzerine toplamıştı. Maalesef birinci turun nihayetinde bir kaza neticesinde binicisinin hayvandan düşmesi dolayısıyla bütün ümitleri üzerine bağlayan bu kıymetli hayvan daire haricine çıkmıştır. Rıfat Efendi namemül kazaya haklı bir surette müteessir olmuşsada, hayvanın kıymet ve kabiliyeti bütün seyirciler tarafından müttefikan teslim edilmiştir. Bu kazadan başka daha bir iki kaza olmuşsa da lehulhamd müessif bir vaka olmamıştır.

Sorgun’un gelecek sene daha mükemmel bir koşu tertip etmeye muvaffak olmasını temenni ederiz.”

(Sorgun Yarışı / Haber / Yeni Yozgad Gazetesi / 1927/ Osmanlıca Gazete)

Adnan KORKMAZ

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Sorgun Yarışı yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Rauf Yücel’in Anılarında Sorgun’da Çiftçilik ve Atlar https://www.sorgundusuncekulubu.com/rauf-yucelin-anilarinda-sorgunda-ciftcilik-ve-atlar/ Wed, 01 Nov 2023 18:47:06 +0000 https://sorgundusuncekulubu.com/?p=7206 Prof. Dr. Rauf Yücel, anılarını anlattığı Sorgun’dan Çıktım Yola adlı kitapta Sorgun’da çiftçilik ve atlar ile ilgili olarak şunları yazmaktadır: “Yusuf Abim kalaycı çıraklığı yapmaktan bıkmış, “Ben...

Rauf Yücel’in Anılarında Sorgun’da Çiftçilik ve Atlar yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Prof. Dr. Rauf Yücel, anılarını anlattığı Sorgun’dan Çıktım Yola adlı kitapta Sorgun’da çiftçilik ve atlar ile ilgili olarak şunları yazmaktadır:

“Yusuf Abim kalaycı çıraklığı yapmaktan bıkmış, “Ben illa çiftçilik yapacağım!” diye tutturmuştu. Babam bu düşüncesine karşı çıkıyor, anam ise onu destekliyordu.

Zaten ikisi bir tarafta, ikisi de diğer tarafta olmak üzere dört tarlamız vardı. Babam, “Bu tarlaların ekilmesi bizi zor geçindirir. Kolay mı çiftçilik yapmak?” diye abimi önlemeye çalışıyordu. Belki de kendisi çiftçiliği sevmediği için “Bu yaşımda bir de onun peşine mi düşeyim?” diye düşünmüş olabilirdi.

O yıllarda babam yaklaşık elli beş, elli altı yaşlarında; Yusuf abim on yedisinin içinde idi. Sonunda anamın da teşvikiyle abimin fikri kabul edilmiş ve ilk olarak üçer yaşlı bir çift kısrak satın alınmıştı.

Atlar henüz çok acemi idi ve onları çifte ya da arabaya alıştırmak bayağı zaman almıştı. Önceleri göçmenlerden ödünç aldığımız koşum takımlarını giderek kendimiz temin etmeye başlamıştık. Atlar koşum takımına alıştıktan sonra bir de at arabası satın almıştık.

Çiftçilikte at koşmak, öküz koşmaya göre daha avantajlı ve işlerin daha çabuk yapılmasını sağlardı. Abim başlangıçta büyük bir hevesle işe sarılmıştı ve atlarını çok seviyordu. Sabah akşam onların tımarını yapar, zaman zaman üzerlerine biner gezerdi. Ata binmeyi ben de o yıllarda öğrenmiştim. Ata binmek ve hele de geniş bir alanda alabildiğine dörtnal koşturmak büyük bir keyif verirdi.

Her meslekte olduğu gibi, çiftçiliğin de öğrenilmesi gereken zor tarafları ve püf noktaları vardı. Yusuf abim, büyük bir heves ve inatla bu zorlukları aşmaya çalışıyor ve gün be gün bu yeni işini daha çok öğreniyordu. Ona en büyük yardımcı, çok iyi anlamasa bile, yine de babam oluyordu.

Yıllardır sürülüp ekilmeyen ve boz kalan tarlalarımızı, ertesi seneye hazırlık olsun diye önce bir kez herk ediyorlar, sonra da ekiyorlardı. Bu vesileyle daha önce hiç gitmediğimiz ve bilmediğimiz tarlalarımızı ailece öğrenmiş oluyorduk.

“Sahipsizin malı olamaz” diyen atasözündeki gibi; bizim tarlalar da yıllardır ekilmeyip sahipsiz kaldığı için kimini yol etmişler, kiminin sınırlarını bozarak kendi tarlalarına katmışlardı. Bu haksız sınır tecavüzleri, yıllarca mahkemelerde uğraşmamıza yol açmıştı.

Atlarımızdan birisi daha küçük yapılı idi. Demiri kır donundaki bu uysal hayvana biz “Küçük At” diyorduk. İlk önce o satın alındığı için onu daha çok severdik.

Diğeri bakla kır donunda, biraz daha iri yapılı bir kısraktı. Ona da “Büyük At” diyorduk. Evimizde bir çift at ve arabamızın oluşu anamı çok mutlu ediyordu. Bir iki kez araba ile dayımgilin köyüne gitmiştik…” (Sorgun’dan Çıktım Yola / Anılarım / 2013 Prof. Dr. Rauf Yücel )

Adnan KORKMAZ

SORGUN DÜŞÜNCE KULUBÜ

Rauf Yücel’in Anılarında Sorgun’da Çiftçilik ve Atlar yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
At Arabası Yolculukları https://www.sorgundusuncekulubu.com/at-arabasi-yolculuklari/ Wed, 01 Nov 2023 18:39:04 +0000 https://sorgundusuncekulubu.com/?p=7203 SORGUN KÖKENLİ DEĞERLERİMİZ’DE  “… Okul çağına gelen (1927 doğumlu) Yusuf Ziya Bahadınlı, ilkokulu köyünde bitirir. Okumaya meraklı, her şeye ilgi duyan oğlunu, öğretmeninin de önerisiyle babası at...

At Arabası Yolculukları yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
SORGUN KÖKENLİ DEĞERLERİMİZ’DE 

“… Okul çağına gelen (1927 doğumlu) Yusuf Ziya Bahadınlı, ilkokulu köyünde bitirir. Okumaya meraklı, her şeye ilgi duyan oğlunu, öğretmeninin de önerisiyle babası at arabasıyla Yozgat’a götürür ve (12 yaşında) ortaokula kaydettirir…” (Sorgun Kökenli Değerlerimiz / Prof. Dr. Rauf Yücel )

GÜLLÜCELİ KAZIM’DA

…İlkokulu bitirmiştim. Daha okumak istiyordum. Güllüce’yi seviyordum, okumayı daha çok seviyordum. Büyük okullar şehirdeydi. Şehirde nasıl okunurdu? Köyden bir örnek yoktu. Okumam Güllüce için önemli bir olaydı.

Babam arabayı hazırlattı. İçine bir çuval un, bir çuval bulgur, birer torba da fasulye, mercimek gibi şeyler koydurdu. Ayrıca bir küçük teneke yağ, bir o kadar pekmez eklendi. Bunlar benim yıllık azığımdı.

Araba hareket etti. Karışık duygular içindeydim. Gittikçe uzaklaşıyordum köyden. Biraz sonra anam, bacılarım, yakınlarımla birlikte evler de, bahçeler, tarlalar da görünmez olacaktı, tüm Güllüce görünmeyecekti.

Güneşin batarken, ışıklarını son bir daha yeryüzüne saldığı gibi, bakışlarımı Güllüce’nin üstünde bir daha gezdirdim: Kerpiç damlı evlere, iğri-büğrü yollara, köpeklere, ineklere, tarlalara, bağlara, çayırlara bir daha, bir daha baktım. İçimde tarifi zor bir burukluk, bir kırıklık vardı.

Birkaç köyden geçtik. Bu köyler de Güllüce gibiydi: penceresiz, kerpiç damlı; iğri-büğrü yollu; her kapıda birkaç köpek; toz toprak içinde yuvarlanan çocuklar; yalınayak kadınlar, saçı sakalına karışık ve yırtık-pırtık şalvarlar içinde gezen köylüler…

Kasaba göründü. Heyecanlanmıştım. Geniş bir düzlük ortasında pırıl pırıl bir şehir görüyordum, daha doğrusu bana öyle geliyordu. İlk dikkatimi çeken minareler olmuştu. Güllüce’de cami vardı, ama minaresi yoktu. Kırmızı kiremitli evler sıra sıraydı, bazıları kat kattı.

Arabayı bir hana çektik. Babam: “Siz oturun burada, ben birazdan geliyorum,” diyerek çıktı gitti. Biz atları çözdük, başlarına torbalarını takarak avlunun bir kıyısında beklemeğe başladık. Han iki kattı. Alt katta büyük bir oda, yanlarında boydan boya tavlalar sıralıydı. Büyük odada köylüler kalıyordu. Üst katta ise, kapıları iğreti bir balkona açık, kutular biçiminde odalar sıralıydı, otel odalarıydı bunlar.

Babam geldi. Atları koşup handan çıktık.

Sağımızda, solumuzda bulunan dizi dizi dükkânları, sonra köprüyü geçtik, tozlu bir yola girdik. Kasabanın kenar evleriydi bunlar. Güllüce’ninkilerden farksızdılar. Duvarları çamur sıvalı, pencereleri ya çok küçük, ya hiç yok, tek katlı evlerdi. Aralarında, yalın ayaklı, perişan kılıklı kadınlar, burunlarında sümük ayakları yalın çocuklar geziniyordu. Bunlar, kasabaya çevre köylerden gelmişlerdi…

Güneş batmıştı. Çevre yöre usul usul kararıyordu. Birbirinin benzeri köylerden geçmiş, dereler tepeler aşmış, sonunda bir yokuşu tırmanmaya başlamıştık. Atlar terlemiş, yorulmuştu. Babam: “Atlar biraz dinlensin.” dedi. “Yarım saat sonra şehirde olacağız.”

Şehir, kasabanın birkaç katı büyüklüğündeydi. Yollar daha geniş, evler daha büyük, camiler daha yüksek, minareler daha uzundu. Görünen ne varsa karşılıklı iki yamaca dağılmıştı…” (Güllüceli Kazım / Yusuf Ziya Bahadınlı)

BİR YAŞAMIN ÖYKÜSÜ’NDE

… Babam Akdağmadeni Kazası P.T.T Müdürlüğü’ne tayin edilmişti…1927 yılında Yozgat Ortaokulu’ndan mezun oldum. Sevinçliydim. Artık ebeveynime ve özellikle anneme kavuşmak mutluluğuna erişecektim. 1927 yılının bir yaz gününde ve zannediyorum Haziran ayında Akdağmadeni’ne bir yaylı (at arabası) posta arabası ile hareket ettim. Bir gündüz bir gece yolculuktan sonra Akdağmadeni’ne geldim. Yolculuk sırasında gece yarısı gürültülü bir sesle posta arabasının durdurulması istendi. Arabacı durdurdu. Eşkıya olduğu sanılıyordu. Fakat sonradan bu kişinin nahiye (bucak ) müdürü olduğu anlaşıldı. Korkumuz gitti. Yola devam ettik. Sabah erken saatlerde Akdağmadeni’ne ulaştık…” ( Bir Yaşamın Öyküsü / Sadık Artukmaç)

BİR HEKİMİN ANILARI’NDA

… 1937 Yılında babam Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesi yargıçlığına atandı… 1939 yılı yaz aylarını yoğun bir şekilde ders çalışarak geçirdim. Babam ablamın ve benim parasız yatılı sınavına girmemizi istiyordu. Yozgat’ta yapılacak olan sınava gitmek üzere üç gün önceden özel bir yaylı (at arabası) ile yola çıktık. Yaylının içine yatak ve yorgan serilmişti. İlk gün ancak Peyik Bucağı’na kadar gidebildik. Bucak’ta tüm evler deprem nedeni ile yıkılmış ya da büyük hasar görmüştü. Bucak müdürünün çok yakın ilgisi ile o gece Peyik’te duvarları çatlamış bir evde yattık. Ertesi sabah yaylıya binerek yola koyulduk. Akşam üzeri Sorgun ilçesine ulaştık. Geceyi Sorgun’da geçirdikten sonra ertesi akşam Yozgat’a varabildik…” (Bir Hekimin Anıları / Rahmi Dirican) 

KÖY ENSTİTÜLÜ YILLARIMLA ANILARIM’DA

… Sarıhamzalı Köyü yüz otuz hane. 1945’te okul binası yapıldığı yıl ben geldim. İlçeye kadar en seri vasıtamızda at arabasından ibaretti. Hastayı okulun önüne eğleyerek maarif memuruna vardım. Saygılı bir selam ile durumu anlattım. Yozgat’a hastaneye yetiştireceğimi söyledim. İnanmasında noksanlık kalmasın diye pencereden arabada yatan hastayı da gösterdim…” (Köy Enstitülü Yıllarımla Anılarım / Arif Baş)

 BOZKIRDAKİ FENER-BİR KÖY ENSTİTÜLÜ ÖĞRETMENİN ANILARI’NDA

“…1951 yılında (Ağustos ayı sonrasında) Sorgun İlçesi’nin Sorgun Köyü’ne (Çiğdemli Kasabası’na) tayinimi yaptırdım… 1954 milletvekili seçimi 29 Ekim tarihinde oluyor. Seçim okulda yapılıyor. Oyumu kullandım. Bu arada eşim Yozgat Devlet Hastanesi’nde tedavi görüyor. Oğlum Abdullah da iki yaşında falan. Oyumu kullandıktan sonra bir at arabasına binerek Sorgun’a geldik…” (Bozkırdaki Fener Bir Köy Enstitülü Öğretmenin Anıları / Faik Birol)

BİR EĞİTİMCİNİN KIRK YILI’NDA

… 20 Temmuz 1958’de göreve başladım Sorgun’da…  Bazen traktör üstünde, bazen at arabasıyla bazen de ciple bu köye (Osmaniye Köyü) bir çok kez gidip geldik. İyi bir anı olmanın çok ötesinde izler bırakmıştır bizlerde. Sabahın erken saatlerinde Sorgun’dan çok uzak olmamasına karşın acıtıcı bir soğukta açık bir at arabasıyla, bir traktörle, rüzgar sizi yalarken yolculuk yapıyordunuz…” (Bir Eğitimcinin Kırk Yılı / Muhsin Şener)

SORGUN’DAN ÇIKTIM YOLA / ANILARIM’DA 

 “… İki hafta sonra, bir at arabasına Kerim Ağa’nın yanı sıra, Halit, Mevlüde kadın, Karslı Ebe ve akrabadan Bahattin Hoca’nın karısı binerek Emine’ye söz kesmek için Gedikhasanlı’nın yolunu tutarlar. Giderken ufak tefek hediyelerin yanı sıra, bir kutu da lokum alırlar yanlarına. İş tatlıya bağlanıp söz kesildiğinde, ağızların tatlanması için lokum ikram etmek önemli bir gelenektir. Arabayı Halit kullanmaktadır. Kuşluk vakti çıktıkları Köhne’den ikindiyi geçe köye ulaşırlar…” ( Sorgun’dan Çıktım Yola – Anılarım / Prof. Dr. Rauf Yücel)

İĞDELER SOKAĞI’NDA

… Saadettin pazara babasıyla gelmiş, düğün için epey bir alış veriş yapmışlardı. Atlar ve araba Ali Çavuş’un Hanı’ndaydı. Aldıkları malzemeleri hana taşıyarak arabaya yüklediler ve Aşağıcumafakılı Köyü’nün yolunu tuttular…” (İğdeler Sokağı / Prof. Dr. Rauf Yücel)

                                                                

Adnan KORKMAZ

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

At Arabası Yolculukları yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Ekim 2023 / Kavacık Toplantısı https://www.sorgundusuncekulubu.com/ekim-2023-kavacik-toplantisi/ Mon, 09 Oct 2023 08:23:29 +0000 https://sorgundusuncekulubu.com/?p=7194 Ekim 2023 kahvaltı toplantımızı 6 Ekim Cumartesi günü Kavacık’ta Medipol Üniversitesinde gerçekleştirdik. Bizleri en iyi şekilde ağırlayan Mahmut Hocamıza teşekkür ederiz.

Ekim 2023 / Kavacık Toplantısı yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Ekim 2023 kahvaltı toplantımızı 6 Ekim Cumartesi günü Kavacık’ta Medipol Üniversitesinde gerçekleştirdik. Bizleri en iyi şekilde ağırlayan Mahmut Hocamıza teşekkür ederiz.

Ekim 2023 / Kavacık Toplantısı yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>
Apartman Meselesi Üzerine https://www.sorgundusuncekulubu.com/apartman-meselesi-uzerine/ Sat, 30 Sep 2023 12:22:15 +0000 https://sorgundusuncekulubu.com/?p=7139 Kendi Özelimde Bir Değişim Hikayesi Rahmetli dedem Hacı Abdullah, Sorgun’un Ahmetfakılı köyünde çiftçilikten elde ettiği kazancının bir kısmıyla düzenli olarak köyünden arazi alırken bir kısmıyla...

Apartman Meselesi Üzerine yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>

Kendi Özelimde Bir Değişim Hikayesi


Rahmetli dedem Hacı Abdullah, Sorgun’un Ahmetfakılı köyünde çiftçilikten elde ettiği kazancının bir kısmıyla düzenli olarak köyünden arazi alırken bir kısmıyla da Sorgun’da arsa/arazi yatırımı yapmıştı. Sorgun’a yerleşme fikri oluşunca 1970’li yılların başlarında Sorgun Yenimahalle’deki (Laleli Camiinin hemen yakınındaki) arsasına hem kendisi hem de çocukları için evler inşa etmeye başlamıştı. Tek katlı olmak üzere birbirine bitişik ve karşılıklı olarak inşa ettirdiği bu evlerin sayısı zamanla sekize kadar ulaşmış adeta küçük bir sokağa dönüşmüştü. Sokağın başında (Cumhuriyet Caddesine çıkışında) Trabzon’dan göç etmiş ve kaplıca işletmeciliğiyle iştigal eden bir ailenin yine karşılıklı iki katlı evleri sıralanmaktaydı ve muhtemelen bundan dolayı da sokağın ismi Karadeniz Sokak olarak geçmekteydi. Şimdi kontrol ettiğimde bu bölgedeki sokak adlarının değiştiğini, yeni sokak isimlerinin sayılardan oluştuğunu fark ettim. Son dönemlerde başka şehirlerde de yaygınlaşan bu uygulamayı doğru bulmadığımı, sokakları kimliksizleştirdiğini bu vesileyle ifade etmek isterim.

Dedemin oturduğu ev Trabzonlular’ın evlerini geçer geçmez sağda sıralı evlerin en başında ve diğer evlere hakim bir noktadaydı. Bu konumuyla da dedemin büyük ailenin reisi olarak otoritesini pekiştiriyordu. L şeklinde kıvrılarak devam eden sokağın bitiminde sağlı sollu ahırlar, kümesler, ambar, tandır ve dedemlerin hazın damı olarak adlandırdığı kilerler sıralanmaktaydı. Devamında ise ailenin meyve ve sebze ihtiyacını karşılayan yaklaşık 2,5 dönümlük bir bahçe yer almaktaydı. Bahçenin bir kısmını dedem ekip biçerken, kalanını da çocuklarına bölüştürmüştü ve herkes kendisine ait kısmı ekerdi. Anlaşılacağı üzere, dedem her ne kadar Sorgun’a yerleşmiş olsa da köyden alışageldiği geleneksel yaşam tarzını devam ettirecek bir düzen kurmuştu. Diğer yandan ailenin bir kısmı her yıl okul tatilinden güze kadar çiftçilik işleri için geçici olarak köye taşınır, elde edilen mahsulle birlikte köye dönerdi.

Babamın tayini Sorgun’a çıkınca biz de 1979’dan itibaren bu sokakta yaşamaya başlamıştık. 1979- 1986 yılları arasında çocukluğum bu sokakta geçti. İlkokul hayatımın ve ortaokul hayatımın bir kısmının geçtiği bu sokak ve çevresi, zihnimde yer edinmiş birçok çocukluk anısının da mekanıydı. Dedemin katı disiplininden fırsat buldukça güzel günlerimiz oldu. Bizler çocukluğumuzun gereği dünyayı oyun odaklı görürken, dedem tüm dünyasını iş üzerine kurmuştu. O yıllarda bu durum hiç hoşumuza gitmese de geriye dönüp baktığımda dedeme bazı noktalarda anlayış gösterebiliyorum. Çocukluğu zorluklar içinde geçmiş, çok çalışarak o günlerdeki birikimini elde etmiş olan dedem,
onlarca kişiden oluşan ailenin tüm maddi sorumluluğunu üzerinde hissettiği için son derece çalışkan, tutumlu, ihtiyatlı ve disiplinli bir kişilik geliştirmişti. Neredeyse 1987’deki vefatına kadar ailenin tüm gelirlerini tek elden yönetmeye gayret etti. Onun sert ve otoriter yönetiminde, ailedeki her bir bireyin üretime katkısı olmak zorundaydı. Çocuklar küçük yaşlardan itibaren bu sürece dahil olur, kendilerine uygun rol ve görevlerde ailenin işlerine katkı verirlerdi. Dedemin israf ve savurganlığa asla tahammülü yoktu. Bağ ve bahçelerden, hayvancılıktan ailenin iaşesine yetecek kadar ürün elde edilirdi. Tarlalardan ve diğer ticari faaliyetlerden elden edilen gelir son derece ölçülü ve kontrollü kullanılırdı. Bu sebeple ailenin belli bir gelir seviyesi olsa da son derece mütevazı bir yaşam tarzı vardı. Aslında, bu yaşam tarzı sadece bize has değildi. Başta Sorgun olmak üzere Anadolu insanı benzer şartlarda yaşıyordu.

1986’da ise dedemlerin yine 70’li yılların başında Cumhuriyet Caddesiyle Kadir Çetin Caddesinin kesiştiği noktadaki arsaya bir akrabasıyla ortaklaşa inşa etmiş olduğu belki de Sorgun’un ilk betonarme binalarından biri olan üç katlı apartmanın en üst katındaki dairesine taşınmıştık. Burası orada yaşadığımız yıllarda Sorgun’un en canlı ve işlek noktalarından biriydi. Bina galiba ilk başlarda otel amaçlı inşa edilmiş, daha sonra da giriş katı dükkan üst katları ise büro olarak kullanılmıştı. Bu binaya taşındıktan sonra yaşam tarzımız da ister istemez değişmeye başlamıştı. Toprakla bağımız azalmıştı, arada bir gitsek de bahçeyi artık ekmiyorduk. Ahır, kümes vb. de geride bırakılmış, hayvanlar elden çıkarılmıştı. Dedem vefat ettikten sonra babam iki kardeşiyle işlerini ortak yürütmeye devam etmiş olsa da artık yavaş yavaş çekirdek aile yapısına dönüyorduk. Sanıyorum dedemin vefatı bu süreci hızlandırmıştı. Sonrasında babam, kardeşleriyle işlerini ayırdı ve 1994 yılında Yozgat’a taşındık. Bense 1991’de üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gittiğim için Sorgun’dan daha önce ayrılmıştım.

Benimle yaşıt o apartman aradan geçen 50 yıla rağmen hala yerinde. Yenimahalle’deki tek katlı evlerimizin yerinde ise bugün bir site var. Çocukluk anılarımızın geçtiği o yerde beton bloklar görmek tuhaf, yakıcı bir his. Sokak, evler, bahçe tam olarak neredeydi, anlamak güç. Sanki hiç yokmuşlar, hiç yaşanmamış gibi…

Mekanlara anlam katan şeyin hatıralar olduğu kadar, hatıraların da yaşandığı mekanlarda anlam bulduğunu bizzat tecrübe etmek ne acı…

***

Sorgun’da Kentsel Dönüşüm

(Fotoğraf: 1980’lerin başında Sorgun. Caddedeki bir apartmanın çevredeki diğer yapılardan ne kadar kopuk, tezat içinde ve çirkin durduğu açıkça görülüyor.)

50’li yıllara ve daha öncesine tanıklık edenler Sorgun ilçe merkezinde evlerin nadiren çatılı olduğunu anlatıyorlar. Rauf Yücel’in anılarında bu konu detaylı olarak işlenmiş. O zamanlar Sorgun, nüfusu 3 bini bulmayan bir kasabaymış. 80’li yıllara tekabül eden çocukluğumun Sorgun’u ise nüfusu 20 bine dayanmıştı. İlçenin yaygın konut yapısı büyük oranda tek katlı, bahçeli müstakil evlerden oluşmaktaydı. Sadece meskenler değil şehrin “çarşı” diye tabir edilen merkezindeki dükkan ve mağazaların da çoğu tek katlı yapılardı. Lakin özellikle 80’lerin ortasından itibaren başta Cumhuriyet Caddesi olmak üzere ana caddelerde apartmanlaşmaya dönüş de başlamıştı. Bu süreç 90’lı yıllarda daha belirgin hale geldi. O tarihlere kadar apartmanlarda 5 kat sınırı vardı diye hatırlıyorum. Bu kural da galiba Atatürk Bulvarının açılmasıyla değişmişti. Bulvar üzerinde 10 katlı bir apartmanın inşa edilmesi bu dönüşümün hızlanması için önemli bir milat olmuş olabilir.

Bugünün Sorgun’u ise artık büyük oranda apartmanlaşmış durumda. Bizim zamanımızda yapılaşmanın çok az olduğu mahalleler tanınmayacak şekilde değişmiş. Verimli tarım arazileri beton bloklarla hızla işgal edilmiş. Dikey yapılaşma hastalığı Türkiye’nin her yerini olduğu gibi Sorgun’u da adeta bir ur gibi sarmış görünüyor. Tarihi dokularını korumayı başarmış birkaç şehri ayrı tutarsak Anadolu şehirleri hızla dönüşüyor ve birbirine benziyor. Bu dönüşüm furyası esaslı ve uzun vadeli planlamalardan uzak, mimari ve estetik kaygıdan bihaber, tarih ve medeniyet bilincinden yoksun bir anlayışla yürütülüyor maalesef. Neticesinde insanımız gibi, şehirlerimiz de kaçınılmaz bir şekilde kimliksizleşiyor ve
ruhsuzlaşıyor.

***

Apartman Olgusu

Batı’da çoğunlukla dar gelirlilerin ucuz/ekonomik konut ihtiyacını çözmek için geliştirilen, bizde ise bir dönem statü ve prestij simgesi olarak kabul görmüş apartman olgusunun sosyo-ekonomik arka planına ve gelişimine dair acizane gözlem ve tespitlerimi şöyle sıralayabilirim:

Eskiyen evleri yenileme ve yeni konut ihtiyacını çözme: Eskidikçe bakım, tamirat, tadilat masrafları artan evleri yenilerken diğer taraftan büyüyen ve evlenen çocukların ev ihtiyacını da çözmek kulağa oldukça ikna edici geliyor. Bir taşla birden fazla kuş vuruluyordu böylece (!) Evdeki hesap çarşıya uydu mu acaba?

Rant arzusu: Tek katlı bir evi yıktığınızda yerine çok katlı bir apartman inşa edebiliyorsunuz. Bu durumda hem toprak sahibi bir anda birden çok daire sahibi olurken inşaatı yapan müteahhit de kazanç elde ediyor. Bazı popülist siyasetçiler de oy ve çıkar kaygısıyla bu sürece çanak tutuyorlar. Bu yolla inşaat sektörü büyüyerek ekonomiye can vermiş (!) oluyor.

Konfor ihtiyacı: İnsanoğlunun konfor düşkünü bir canlı olduğu gerçeği yadsınamaz. Apartman dairesi de ısınma vb. açıdan daha zahmetli olan eski sobalı evlere göre genelde kaloriferli olduğu için daha konforlu bir seçenek. Sadece bu bile birçok kişi için tercih sebebi belki de.

Sınıf atlama hevesi: Bugün belki o derece olmasa da apartman eskilerde doğrudan kente ait bir semboldü ve modernleşmeyi temsil ediyordu. Düz ayak evlerde ayağı toprağa basarken, apartman katına çıkarak ayağı yerden kesilen insan, sadece fiziken değil sınıfsal olarak da yükseldiği yanılsamasına kapılıyordu.

Gösteriş belası: Eski zaman insanı genellikle zenginliğini gizlemeyi tercih ederken, bu çağın insanı alabildiğince başkalarının gözüne sokmayı bir maharet zannediyor. Yüksek binalar, şatafatlı apartmanlar da bu amaca hizmet eden oldukça kullanışlı enstrümanlar. Özellikle yurtdışında yaşayan gurbetçiler, memleketlerinde görkemli bir apartman yapmayı bir övünç vesilesi haline getiriyorlar. Halbuki çoğu yılda bir ay bile bu evlerde yaşamıyorlar. Bu evler tam bir kaynak ve milli servet israfı!

Gelgelelim apartman olgusunun (yine kendi gözlem ve tecrübelerime dayanan) sonuç ve etkilerine:

 Apartman ve daha ileri versiyonu olan site (kapalı devre bir yaşam biçimi sunduğu için) mahalle kültürünü yok ediyor. İnsanlar ister istemez birbirleriyle daha az iletişim kuruyor, birbirlerini daha az tanıyor ve kaçınılmaz olarak birbirlerine daha az güven duyarak yabancılaşıyorlar.

 Apartman, insanı çevreye, doğaya yabancılaştırıyor. Yüksek bir apartman katından dünyaya bakan insan kendisini tabiattan üstün görme yanılgısına düşebiliyor.

 Apartman insanın toprakla bağını zayıflatıyor. Özü toprak olan insanın topraktan uzaklaşması özüne yabancılaşması sonucunu doğuruyor.

 Günümüz apartmanı insani değil. Beton duvarlar ve hava geçirmeyen plastik pencereler arkasında insana hapis hayatı yaşatıyor. Bu yönüyle özellikle evde daha çok zaman geçiren yaşlıların ve çocukların hayat kalitesini düşürüyor, psikolojisini bozuyor.

 Apartman, mahremiyeti de ortadan kaldırıyor. İç içe yapılan binaların balkonlarından pencerelerinden evler birbirlerini çok rahat görebiliyor. Halbuki eski klasik mahalle formasyonunda mahremiyet konusuna çok dikkat edildiğini biliyoruz. Evler inşa edilirken komşuların mahremiyetini ihlal etmeyecek bir hassasiyetle hareket edilirmiş. Hatta komşunun güneşine dahi engel olmamak gibi yüksek bir incelik gösterilirmiş. Nereden nereye…

 Balkon apartmanla hayatımıza giren bir olgu. Birden çok katlı eski Türk evlerinde balkona pek rastlanmazmış. Balkona oturup dışarıyı izlemek komşuları rahatsız edeceği düşüncesiyle ayıp karşılanırmış. Oysa balkon günümüz apartmanının tek nefes alma alanı olarak görüldüğü için bu hassasiyetler terk edilmiş, unutulmuş durumda maalesef. Ailelerin balkonlara birbirini görecek şekilde oturup, yiyip içmeleri, yüksek sesle konuşup gülüşmeleri artık çok doğal karşılanıyor. Kültürel değişimin boyutunu anlamak için çok çarpıcı bir örnek olsa gerek.

 Sunduğu konforun sonucu olarak apartmanlar (ısınma, aydınlatma, asansör vb. fonksiyonlar için) daha fazla enerjiye ihtiyaç duyuyor ve daha fazla enerji tüketiyor. Enerji bağımlılığı yüksek yapılar, ülkelerin enerji politikalarını da etkiliyor ve değiştiriyor. Bugün devletlerarası güç mücadelelerinde enerji meselesi artık en kritik ve stratejik faktör olarak öne çıkıyor.

Yukarıdaki maddelerin sayısı arttırılabilir elbette. Ben aklıma ilk gelenleri yazmaya çalıştım. Şunu ifade etmem gerekir ki, bu yazının ana fikri apartmanı tüm kötülüklerin sebebi (!) ilan etmek değil. Neticede bu yapılar kendiliğinden yerden bitmiyor, onları inşa eden bizleriz. Demek ki bizler değişiyoruz. Konuta, şehre, mimariye, estetiğe bakışımız değişiyor olmalı ki yapılarımız da değişiyor. Yapılar da değişebilir muhakkak, değişecektir de. Bu son derece doğal. Yenilikçi unsurlar, yeni yaklaşımlar, yeni anlayışlar, yeni teknolojiler, yeni malzemeler gelişecek/geliştirilecek; belki ihtiyaçlarımız ve konuta dair beklentilerimiz değişecek; tüm bunlar sonuçta bir dönüşüme sebep olacak.

Burada problemli olan bize ait olmayan bir mesken/konut modelini, kültür ve geleneğimize uygun olup olmadığını irdelemeden ezbere kopyalamaktır. Toplumlar arası kültür transferinde bu son derece sakıncalı bir yaklaşımdır. Kültürün maddi ve manevi unsurları uzun bir zaman periyodunda oluşur ve ait olduğu toplumun medeniyet tasavvuruyla uyum içerisinde gelişir, şekillenir ve yeri geldiğinde değişime uğrar. Sorgulamadan benimsenen yabancı kültür unsurları kendi kültürel kodlarımızla uyumlu değilse olumsuz manada tesirlerinin olması kaçınılmazdır. Dışarıdan aktarılan bir yenilik ya da bir teknoloji biz fark etmesek de kendi kültürel normlarıyla gelir, apartman örneğinde olduğu gibi sizin kültürünüzde tahribata yol açabilir. Meselenin “Biz Batı’nın kültürünü değil tekniğini alıyoruz” sözüyle meşrulaştırılacak kadar basit olmadığı yavaş yavaş anlamaya başladık, anlamayanların da iş işten geçmeden anlamasında fayda var.

Uzun lafın kısası, apartman bireyci topluluklara daha uygun bir konut/mesken modelidir. Bizim gibi toplulukçu kültürlerle uyumlu olmadığı gibi, insanı özüne yani toprağa, doğaya, çevreye yabancılaştırdığı için insani de değildir. Geldiğimiz noktada bu yanlıştan nasıl dönülebilir bilemiyorum ama toplumsal seviyede farkındalık geliştirmek zaruridir. Özellikle büyükşehirlerde apartmanlara kıstırılmış, beton bloklar arasında nefes alamaz hale gelmiş insanlar bu durumun farkına varmaya başlasa da müstakil konut maliyetlerinden dolayı durumu çaresizce kabullenmektedir. Buralarda toprak rantından dolayı arsa fiyatları astronomik seviyelere gelmiş olduğu için alt-orta sınıfların arsa alıp kendi evini yapması artık hayalin de ötesindedir. Bu aşamada tekrar kırsala dönüşten ya da tersine göçten bir çözüm olarak bahsedilebilir belki ama bu da ne bugünden yarına gerçekleşebilecek bir şey ne de bu yazının konusu.

Abdullah ALPAYDIN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Apartman Meselesi Üzerine yazısı ilk önce üzerinde ortaya çıktı.

]]>