Kitabın Öyküsü

Geçmiş zaman bi avuç Sorgunnuynan ayda bir yaptığımız gayfaltıdayıh. Havadan sudan laflarken, laf lafı açtı, mevzu Salih Paşa Camisi’ne geldi. Tencere tava herkes bi hava! Kimi çeşmesi şöyleydi, kimi bahçesi böyleydi, kimi goca bi varilden sobası varıdı gibisinden laflar etti.

Biz de ecik tarihe merahlıyıh ağzımızı dutamadıh; “Kitabesine gore ikibinonüç (2013) senesi Salih Paşa Camisi’nin iki yüzüncü (200.) senesi. Cami gazamızın camisi. Camiyi şöyle ağazlı gozlü annadan bi kitap çıhsa iyi olur” demiş bulunduh.

Bizim millet, bilmediği işin, ne içine girer nede dışında galır. Neresi olduğu sır amma içiynen dışı arasında bi yerde ağlenir. İki tarlanın arasındaki sınır gibi heral? Ne gızı verirler ne de dünürcüyü kustürürler senin anlıyacağan…

“Hee iyi olur!”, “Kotü mü olur!” gibisinden bi iki laf ettikden soğna, “Nası olacah bu iş?” diyerek işi tartıya teraziye vurdular. Biz de: “Nası olacağ var mı? Buluruh ehil birini, az verip çoh yalvarıp, çoh verip az yalvarıp, ırazı edip yazdırırıh!” dedik.

“Kim yapar bu işi, kim yapar?” derkene ahlımıza bi iki gişi geldi. “Sınamayı gurt yemedi ya!” diyerekden gendimize cesaret verip öyle böyle ulaştıh. Ulaştıh ulaşmasına da, umduğumuzu bulamadıh, o sebep bu sebep netice alamadıh.

Umduğumuz dağlara gar yağıp, umutlar suya düşünce, milletin gozü; “Lafın sağbı sensin çareyi de sen bul!” gibisinden bize çevrildi. Biz de naçar “Madem bu fikir bizden çıhtı, madem yazdıramadıh, o zaman iş başa düştü biz yazacığıh.” demek zorunda galdıh. Avı vurana sürüdürler. Böylece gabah bizim başımıza patladı.

Çok geçmedi, “halımıza bahmadan Hasan Dağı’na oduna gittiğimizi” annadıh. “Heyvaah!” dedik ya iş işten geçti, ay peceden savuştu, davşan yamacı aştı. El içinde vasiyet etmiş olduh, ölmessek olmaz gayri.

Son pişmanlıh fayda vermez. Ölü bizim, Allah rahmet eylesin! Bu cenaze galhacah!

Bahtıh olacah gibi dağal, duttuh dil ceremesi işin ucundan… Ucundan duttuh dediysek lafın gelişi. Ucu nerden buluyon da dutuyon? Uç belli değal, baş belli değal! Araki inne bulasın samannıhta.

Çözülür çözülür de, nasıl? Horasan’da halı dohunduğunu duymuşluğumuz var da, enine mi boyuna mı, onu bilmiyoh.

Çıhmadıh candan umut kesilmez. Elde umut sermaye, ip sarhıttıh dipsiz guyuya. “Madem bu helvayı biz yapacığıh, herkesin geçtiği koprüden biz de geçek. İpdi yağ, un, şeker tedarik edek.” dedik.

Önce elde ne var ne yoh ona bahdıh. Biz acemiyik bahma. Bizim gittiğimiz yoldan gelenner var. Daha biz çoluh çocuğuken bu işlerin uzmanı üniversitede hoca. Yozgat’tan hemşerimiz bindohuzyüzyetmişli yıllarda Salih Paşa Camisi’ni annatmış yazmış çizmiş. Gine Sorgun’unan alahalı biçoh kitabı olan hocamız hemşerimiz de defalarca Salih Paşa Camisi’ni yazmış, çizmiş, annatmış.

Daha nice nice birbirinden gıymetli eserlerde Salih Paşa Camisi’nden bahsedilmiş.

Bülbülün çilesi dilinden derler. Bizimkisi dil belası! Halımıza bahmadan bi dünya adama kitap sözü verdik.

Bizim oralarda esgi bi yapı deyinci ahla vakıflar gelir. Bizim de ahlımıza ilk vakıflar geldi. Gendimizce ahıl yürüttük: “Cami Sorgun’umuzun câmisi, vilayetimiz de Yozgat, gayıtlar ordadır” dedik. He ne dersin, gayıtlar da Yozgat’ta bizi bekliyodu! Bildiğimiz yanıldığımıza yetmedi. Mağrim cami Sivas Vakıflara bağlıymış.

Talimimiz başladı. İstikamet Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü. Nası gidecağan, nası gelecağan? “Dert söyledir” derler. Arhadaşlardan birine açdıh derdimizi. Savolsun, ilgilendi, sordu, soruşturdu, ulaşdı. Sayasında bi gısım gayıt guyutla müşerref olduh. Hoşbeşden soğna gayıtlar bize, Osmanlı Arşivini işaret etti.

Öyle ya, cami Osmanlı Camisi. Emir demiri keser, Osmanlı Arşivine marş marş! Osmanlı Arşivi o zamannar Sultanahmet’te. Gittik derdimizi annattıh. Böyleyken böyle dedik. Dünyada iyi insan çoh, yardımcı oldular, bi iki gayıt guyutunan da orda tanışdıh. O gayıtlar da “caminin evveliyatında vakıf var, vakıfların gaydı da Angara’da Genel Müdürlükte” diyerekten bize Angara bileti kesti.

Tabi bu arada zaman su gibi ahıp geçti. Ortada bi şey yoh! Arhadaşlar aylıh gayfaltılarda hafiften sohranmıya başladılar: “Noriyon ki bunca zaman?” diyeni mi aran, “Bu nası kitap yazmaymış, bitmedi gitti!” diyeni mi aran, “Şu elevaylığı, üşengeçliği bırah da şu işi bitir!” diyeni mi aran…

Bekâra avrat boşamah golay. İşin içini bilmiyolar. Bilseler nelerle uğraştığımızı? Bi elma için gırh daş atıyoh. Bi gaşıh bal için bi ton geçi boynuzu çiğniyoh. “Bi davşan çıhar mı?” deyin çalı dibi daşlıyoh. Tohmah vurmadığımız gapı, bez bağlamadığımız dal galmadı. Guttüğümüz bi geçi ıslığımız dağı daşı duttu!

“İşi bilen biliyo, bilmiyen bi dutam ot sanıyo” diyenin hesabı. Deloğon diyo, deli gonül diyo, bırah şu işi inceldiği yerden gopsun! Olmuyo, aşağı sahal, yuharı bıyıh vazgeçemiyoh. Gan gusuyoh, gızılcıh şerbeti içtik demek zorunda galıyoh. Dert bir değal de kime ne annadacağan? “Ya sabır” çekmiye devam…

“Bi fırsatını bulah da gideydik” deyin Angara türküsü çağarmıya başladıh. Ha diyince olmuyo. Her yoruldum diyenin başucuna han yapılmıyor, bizim Angara işi uzuyo… Angara işi uzuyo, kitap işi uzuyo… Kitap işi uzuyo, sohranan  çoğalıyo…

Gaşın gozün demeden aylıh gayfaltı geliyo. Lafın, kahıcın bini bi para! Alttan alıyoh, duymazcalıhdan geliyoh, şahaya vuruyoh, lafı değiştiriyoh; hep idare, hep idare!

Gul sıhışmayıncı Hızır yetişmezmiş. Bi fırsat doğdu Angara’ya gittik. Her şey adamınan. Sorgun’dan hemşerimiz hocamızı üniversitesinde bulduh. Gendimizi tanıttıh, meramızı annattıh. Ömrü bu işlerinen geçmiş. Bizim iş çocuh oyuncağı. Savolsun, çoh ilgilendi.

Ben Angara’yı bilmiyom, yabancısıyım. Savolsun hocamız, vakit ayırdı bizi vakıfların genel müdürlüğüne götürdü. Gendi eliynen vakıfların bilgisayarından arama darama yaptı; fi tarihinden bulduğu gayıtları bize verdi. Elimizde bi tomar evrah, hocamızınan vedalaşıp ayrıldıh. Evli evine, koylü koyüne…

Sivas’ıdı, İstanbul’udu, Angara’ydı derkene gayıt guyutu yığmıya başladıh. Bi ahlımız, “gış erzağı gibi gayıt topluyoh, elimize yüzümüze bulaştırmıyaydıh” diyo. Bi ahlımız da, “yoh yoh, bunnarsız olmaz, bunnar ilazım, malzemeyi toplıyah, nası olsa hallederik” diyo. Gısaca, defin bi altına vuruyoh bi üstüne!

Çoh geçmeden, malzeme, çözmiye çalıştıhca garışan iplik yumağına döndü. İşin başındaki cahil cemeke halimizden daha kotü duruma düşdük. Bildiğimizi de unuttuh. Çamura saplanmış sap gağnısı gibi gayıt guyuta saplandıh galdıh.

Gel de bizimkilere annat! Tümden oğkelenmiye başladılar. “Çıhmaz ayın son perşembesi mi bitecek bu iş?”, “Balıh gavağa çıhınca mı bitireceğan bu işi?”,  “Yazacağsan yaz gayri!” laflarını duya duya, ayda bir keyfimiz gayfaltı, aylıh zulüme döndü.

Bizim oralardan biri asgere gitmiş. Gomutan sabahları bölüğe mıntıha temizliği yaptırıyo. Bizimki mıntıha temizliği yapmıyo. Gomutan her gün ceza veriyo. Bizimki gine temizlik yapmıyo. Bir gun değal beş gün değal… Artıh gomutan dayanamamış. Bizimkine, “yavrum ben sana ceza vermekten yoruldum, senin derdin ney, niye mıntıha temizliği yapmıyon, niye inadından vazgeç miyon?” demiş. Bizimki de, “gomutanım bana gart oğlan derler, ben ağelmem, ben inadımdan vazgeçmem” demiş.

Bizimki de o hesap… Gayıt guyutunan cebelleştiğimiz yetmiyomuş gibi, bi de ayda bir dünyanın lafını, kahıcını yiyoh, gine de “yazacığıh dedik” deyin inadımızdan vazgeçmiyoh!

Goca bi gayayı ilk denemede yerinden oynadamıyan adamların avuçlarının içine tüğ tüğ deyip yekinip gayaya yeniden el attıhları gibi biz de golları sıvayıp tekrar tekrar işe goyulduh…

Bizim oğlan binâ ohur, gider gelir gine ohur. Çilemiz bitmemiş heral?.. Birinci tur yetmeyinci ikinci tur ziyaretler başladı ol vilayetlere… Yoh yeniden Sivas, yoh yeniden Angara, yoh yeniden Osmanlı Arşivleri! Bu arada biz ora bura gayıt guyut ararken ne gadar zaman geçtiyse, birinci turda Sultanahmet’te olan Osmanlı Arşivleri Kağıthane’ye sıfırdan yapılmış gendi binalarına daşınmış.

Sorgun, Sivas, Angara, İstanbul… Hep “bi şey bulur muyuz acep?” davası…

O oldu, bu oldu, yalan dünya dağal mi? Hepsi geldi geçti… Netice: Aylıh gayfaltının birinde bi çift lafınan başlıyan çilemiz, gine aylıh gayfaltının birinde, bi kitap dolusu lafınan sona erdi…

Onnar da gurtuldu ben de!

 

Adnan Korkmaz

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ 

Author: sevare