Liselim Benim

1986 yılında İmam Hatip ortaokulu sonrası Sorgun Lisesi’ne geçtim. Lisenin caddeye bakan büyük binası yanında arka kısımda küçük bir binası daha vardı. İki bina arasındaki boş alanda Pazartesi sabahları ve Cuma akşamları İstiklal Marşı okumak için toplanılır, teneffüslerde gezinti yapılır ve top oynanırdı. Arkadaki küçük binanın kullanıldığını hatırlamıyorum. Ben lisede okurken o bina boş olarak duruyordu.

Yan tarafında basket sahası ve küçük bir futbol sahası vardı. Beden Eğitimi dersleri genelde top peşinde koşarak geçerdi. Teneffüslerde bir grup arkadaş genelde gezinti yapardık. Lisede kız öğrenciler de vardı ancak bizlerin onlarla hiçbir diyaloğu yoktu. Sanki aynı sınıfta okumuyorduk! Sanki sınıf arkadaşı değildik!

Lise’nin ilk yılında vasat bir öğrenciydim. Ancak daha sonra Hakan Selçuk ve Yusuf Kutlusoy’la tanışmamız ve sınavlara hazırlık için bir gurup oluşturmamızla birlikte başarı seviyemiz de arttı. Matematik hocamız Abdurrahman Özdemir öncülüğünde 3 arkadaş ciddi şekilde çalışırdık. Üniversite sınavlarındaki başarımızda bu çalışma gurubunun çok büyük katkısı vardı. Bu vesileyle matematiği sevmemde ve bu sayede üniversite kazanmamda çok büyük payı olan Sayın Niyazi Kılıç ve Abdurrahman Özdemir hocalarımı sevgi ve saygıyla anıyor ve kendilerine teşekkür etmek istiyorum.

Çalışma ortamımız çok keyifliydi. Değişik yerlerde toplanır çalışırdık. Bir günü asla unutamam! Postane’nin misafirhanesinde çalışmış ve hep beraber geç vakit sokağa çıkmıştık. Çarşıya doğru yürümeye başlamıştık ki karşı kaldırımdan rahmetli “Adem” (namı diğer Deli Adem) söylenerek bize doğru bakmaya başladı. Bir şeyler söylenip kızıyordu. Sonra küfretmeye başladı. Ancak ilginçtir, ettiği küfürlerden, Abdurrahman Bey’in öğretmen bizlerin de onun öğrencisi olduğumuzu bildiği anlaşılıyordu. Neyse, biraz sabır sonrası Abdurrahman Bey sinirlendi ve Adem’e susması ve gitmesini söyledi. Bununla beraber Adem adeta çıldırdı. Bağırıp çağırmaya, sağa sola saldırmaya başladı. Bununla beraber bizim kaçışımızı unutamam. O zaman çarşıda eski Yimpaş’ın olduğu binada oturuyorduk. Arkama bakmadan öyle bir kaçmışım ki, sanırım çok kısa sürede, ancak korku dolayısıyla zaman geçmek bilmediğinden, benim hissettiğime göre de oldukça uzun bir sürede kendimi binaya zor attım.

Gerçekten çok korkmuştum ancak korkumun asıl sebebi başkaydı. Özellikle o yıllarda Adem’den çok korkardım. Sanırım Lise 1’inci sınıftaydım. Bir gün Yozgat’a gitmek için garajlarda minibüs beklerken, ansızın kulağımın dibinden bir tokat yedim. Neye uğradığımı şaşırdım. Kulağımın nasıl çınladığını, yüzümün nasıl yandığını unutamam. O panikle bir baktım Adem söylenerek kaçıyor. Tabi etraftakilerde kızarak uzaklaştırdılar. Ondan sonra Adem’i nerede görsem, korkudan kalbim çarpmaya, dizlerim titremeye başlardı. Çarşıda görünce hemen yolumu değiştirirdim. İşte bu sebeple, o gece, benim korkum birkaç kat daha fazlaydı. Neyse, Allah rahmet eylesin.

Lise binası ferah bir binaydı. Sınıflar, koridorlar, merdivenler çok ferahtı. Sınıflar öyle çok kalabalık değildi. Girişten alt katta kantin, kalorifer odası ve sanırım birkaç faaliyet odası vardı. Giriş kat büyük ölçüde idari kattı. Üst katlarda sınıflar vardı. Merdivenler binanın tam ortasında yer alırdı. Merdivenlerden çıkınca her iki yöne doğru (sağa, sola) karşılıklı sınıflar yer alırdı.

Lise’ de numaram 1746’ydı. Fen ve matematik şubelerinde okudum ancak A mı, B mi, C mi hatırlamıyorum.

Lise 2 ve 3. sınıflarda başarım oldukça yükselmişti. Sevgili arkadaşım Hakan Selçuk okul birincisiydi. Karnesi her dönem okul girişindeki kapıya asılırdı. Tahmin edeceğiniz gibi tüm notlar “10”. Benim de karnem birkaç defa asılmıştı. Ama Hakan’ın aksine benim karne de bazı “9”lar vardı. Lise döneminden unutamadığım şeylerden bir tanesi “yıllık ödev”lerdi. Her dönem yıllık ödev verilirdi. Bizler okulun çalışkan öğrencileri olduğumuz için yıllık ödev dönemlerinde bizim popülerliğimiz artardı. Genelde matematik, fizik, kimya ödevleri bize gelirdi. Biz de gururla yardımcı olurduk.

Araştırma gerektiren ödevler için ansiklopedi varsa ona bakar yoksa kütüphaneye gider kaynak bularak ödev yapmaya çalışırdık. Bugünkü internet çağı ve bilgiye ulaşma hızı, bilgisayarın gücü düşünüldüğünde, bir bilgiye ulaşabilmek için katlanılan zahmet ve yitirilen zaman ne kadar anlamsız geliyor insana!

Lise’de de hepsi birbirinden kıymetli öğretmenlerimiz vardı; Sayın Abdurrahman Özdemir, Niyazi Kılıç, Mehmet Kocatepe, Hüseyin Şener, Müjgân Tüzün, Ahmet Kurtoğlu, Lütfi Ayhan, Ömer Faruk Aksoy, Ali Polat, Duran Doğan, Alparslan Nazlı, Yalçın Bilgin, Necati Gör, Necati Coşkun, İbrahim Günaydın, Mehmet Gören, Salih Sakin, Fazlı Demir, Salih Şener, Sabit Saygılı, Neşe Güneş, Fatma Arslan.

Hocalarımızın isimlerini birçok arkadaşla istişare sonucu ancak bu kadar toparlayabildim. İsmini saydıklarım ve hatırlayamadıklarım dâhil tüm öğretmenlerimi sevgi ve saygıyla anıyor, ellerinden öpüyorum. Özellikle Müjgân Hanım’ın derslerini unutamam. Namı öylesine yayılmıştı ki, daha derse girmeden korku dağları sarardı. Onun derslerinde çıt çıkmaz, herkes tir tir titrerdi. Gerçekten de çok ciddi ve disiplinli bir öğretmendi.

Bizim dönemlerimizde gerçekten öğretmenin anlamı bir başkaydı. Biz öğretmenlerimizi severdik, sayardık. Ailemizden daha çok öğretmenlerimizden çekinir, onları dinlerdik. Herhangi bir ortamda gördüğümüzde kendimize çeki düzen verir, önümüzü ilikler saygı gösterirdik. Yanlış bir durumda yakalanırsak yüzümüz kızarırdı. Onlar da bizi sever, ilgilenir, sahiplenirlerdi. Şimdi maalesef bunlardan eser yok!

Okul yılları gerçekten güzel yıllardı. Doğduğumuz topraklarda yaşıyorduk. Çocuktuk, gençtik hayata bakışımız bambaşkaydı.

Zaman hep işliyor ne yazık ki! Şimdi büyüdük, anne baba olduk. Sorumluluklarımız arttı.

Hayatın karmaşası arttı. Düzen değişti. Tatlar değişti. İlişkiler değişti. Değerler değişti.

Gurbette yaşamaya başladık. Sevdiklerimizden aramızdan ayrılanlar oldu. Hasreti tanıdık.

Belki de bu yüzden o yıllara hep özlemle bakar olduk.

Hatip SORGUN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: sevare