Tatil: İhtiyaç mı, Dayatma mı?

Kapitalist düzenin doğal bir ürünü olan Tüketim Toplumu, kültürümüzü, yaşam tarzımızı ve alışkanlıklarımızı da hızla değiştirmekte ve dönüştürmekte. Düne kadar hayatımızda yeri olmayan bir çok alışkanlık yaşamın olmazsa olmazıymış gibi üstelik belli kalıp ve normlarda yaşanmak koşuluyla bizlere dayatılmakta. Modern tatil kavramı da bunlardan biri.

İnsan zihninin ve bedeninin yoğun ve uzun süreli çalışma dönemlerinden sonra bir süreliğine bu tempoya ara vererek dinlenmeye ve yenilenmeye ihtiyaç duyması çok doğaldır. Dünya nüfusunun çoğunluğu artık büyük kentlerde ve metropollerde yaşamakta. Büyük şehirlerin sunmuş olduğu ekonomik ve sosyal imkânların yanında yıpratıcı iş ve hayat şartları gibi dezavantajlarını görmezden gelemeyiz. Öyle ki, bu şartlar zaman içinde bireylerin verimlilik ve performansını düşürmekte, neticede periyodik tatillere ihtiyaç duyulmaktadır. Günümüz toplumlarının, ister Batılı, ister Doğulu olsun büyük çoğunluğunda, çalışanlara verilen hafta sonu tatilleri ve yıllık izinler dışında, ulusal çapta uygulanan resmi ya da dini tatiller de bu amaca hizmet etmektedir. Sadece çalışanlara değil, öğrencilere de periyodik ve çalışanlara göre daha uzun süreli tatil imkânları tanınmaktadır. Buraya kadar her şey doğal, her şey gayet insani…

Sorun bu tatillerin değerlendirilme biçiminde. İnsanlara yeteri kadar tükettiremediği zaman Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü, Yeni Yıl vb. örneklerinde olduğu gibi her yıl düzenli olarak kutlanan birçok özel gün icat eden ve bu özel (!) günleri büyük pazarlama ve tanıtım kampanyalarıyla birer tüketim festivaline dönüştüren Kapitalist zihniyetin, tatil olgusuna kayıtsız kalması düşünülebilir mi? Elbette hayır!

Modern tatil kavramı da bugünün Tüketim Toplumunun en karakteristik özelliklerinden biri. Turizm gibi devasa bir endüstri, tatilin büyük bir tüketim ve rant aracı olarak kullanılması sayesinde oluşmamış mıdır? Genellikle deniz kenarına inşa edilmiş lüks otellerde ya da tatil köylerinde yapılan tatiller ilk başlarda varlıklı kesim için bir ayrıcalık ve prestij göstergesiyken, tüketim anlayışının toplumun geniş katmanlarına yayılmasıyla ve sağlanan cazip (!) ödeme koşullarıyla bir çok kesim için ulaşılabilir hale gelmiştir. Öyle ki, her türlü iletişim kanalı kullanılarak empoze edilen paket tatil kampanyaları vb. atraksiyonlar insanları bir yıl öncesinden plan yapmaya zorlamakta; yıla, hatta yıllara yayılan ödeme koşullarıyla akıllar çelinmektedir. Bu tarz tatillerin belirgin özelliği, sınırsız tüketim ve sınırsız eğlence anlayışını vurgulamasıdır. Farklı şehirlerden, farklı ülkelerden gelen, farklı kültür ve inanışı benimsemiş ve birbirini tanımayan yüzlerce, binlerce insan bir arada yiyip içip, bir arada havuza, denize girip, bir arada eğlenerek bu ortak kültüre/yaşam tarzına (!) çok çabukça ve kolayca intibak etmektedir. Bu curcunanın içinde tatil yapan insanlar, genellikle daha yorgun ve kilo almış olarak evlerine dönmekte, tatilden beklenen zihinsel ve bedensel dinlenme çoğunlukla sağlanamamaktadır.

Bir dönem yazlık ev anlayışı çok modaydı ve insanlar birikimlerini yılda 1-2 hafta kalabildikleri yazlıklara yatırmaktaydı. İçinde yıl boyu yaşanmadığı için çabuk yıpranan ve sürekli masraf çıkaran yazlıklar ölü bir yatırıma dönüştüğü için artık vazgeçiliyor. Üstelik, farklı tatil seçenekleri sayesinde yazlık sahibi olmak eskisi gibi bir prestij aracı olarak da görülmüyor. Devre mülk furyasına da değinmeden olmaz. Halen popülerliğini devam ettiren bu sistem de çoğunlukla deniz ve kaplıca turizmine hizmet eder.

Yukarıda bahsi geçen örnekler dışında, toplumun farklı sosyal kesimlerine de tatil yaptırabilmek için muhafazakâr tatil konseptiyle faaliyet gösteren tatil köyleri ve oteller, doğa turizmi, kültür turizmi, kaplıca turizmi, yurt içi ve yurt dışı turları gibi seçenekler tatil yapmayan kalmasın anlayışına hizmet etmektedir. Her ne kadar tatil yaz mevsimiyle özdeşleşmiş bir kavram gibi algılansa da, kış turizmi (kayakçılık vs.) de başlı başına bir sektör olarak hızla büyümekte, her geçen gün daha çok insanı cezbetmektedir. Bu yazıda çok detaylı olarak girmesek de rutin hafta sonu tatilleri de özellikle büyük şehirlerde kendine has bir endüstri doğurmuştur.

Biz ve bizden önceki kuşakların aşina olduğu geleneksel tatil anlayışına gelirsek; daha çok memleket, akraba ve arkadaş ziyaretleri şeklinde gerçekleşmekteydi. Eğlenceden ziyade, yakınları ziyaret ederek hasret gidermek ve “tebdili mekânda ferahlık vardır” anlayışının gereği olarak imkânlar çerçevesinde farklı yerleri gezip görmekti temel gaye.

Bugünkü anlayışla, en büyük tatil fırsatı olarak pazarlanan geleneksel bayramlarımız yukarıda bahsi geçen ziyaretlerin özellikle denk getirildiği, eğlenme ya da dinlenmeden ziyade, dini ve sosyal bir sorumluluğun yerine getirildiği tatil günleri olarak değerlendirilirdi. Bu şekilde aile ve toplum bireyleri arasında bağlar korunur, yeni nesillerin birbirleriyle tanışmaları ve kaynaşmaları sağlanırdı. Bu yönüyle geleneksel tatil ve bayram anlayışı çok değerlidir.

Şimdilerde, özellikle büyük şehirlerde, bayram kavramının içi büyük oranda boşaltılmış ve aslolan sosyal bağlamından koparılmış durumdadır. Bize dayatılan bencil, bireyci, çıkarcı ve hazcı dünya görüşü, bu günleri ailemizden ve çevremizden kaçarak kendimiz için yaşamamız gerektiğini telkin etmekte, yakınlarımızdan izole salt bir eğlence fırsatı olarak pazarlamaktadır. Aslına bakılırsa bu anlayışın gayesi bizi mutlu etmek değil, daha çok harcatıp, daha çok tükettirerek kendine yeni köleler temin etmektir.

Kontrolsüz harcama ve kontrolsüz tüketim çağımızın en büyük toplumsal hastalıklarından biri durumunda. Her şekilde “Vahşi Kapitalizm”e hizmet eden bu bulaşıcı hastalığın, bizi biz yapan değerleri kemirip tamamen yok etmesine engel olacak bir bilinç ve farkındalık düzeyine ulaşmak mecburiyetindeyiz. Nesillerimizin kimliksiz yetişmesini istemiyorsak “dünya vatandaşlığı” safsatasıyla bize empoze edilen tek tipçi kültür emperyalizmine karşı, gerek fertler, gerekse toplum olarak mücadele etmek zorundayız.

Abdullah ALPAYDIN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: Yönetici