Vatanseverlik mi Demokratik Bilinç mi?

Üç ay önce yazmış olduğum emperyalizm konulu “Son Kale” başlıklı yazım şöyle bitiyordu: “Ülkemiz ve yakın coğrafyamız gerek jeopolitik ve jeostratejik konumu gerekse tarihi mirası ve misyonu açısından emperyalist güçlerin uzunca bir zamandır hedefinde yer almakta. Önlerindeki belki de en büyük engel olan Osmanlı’yı 100 yıl önce parçalayıp sömürgeleştirdikleri halde yetinmeyip, doymaz bir iştahla üzerimizde bin bir türlü oyun oynamaya devam etmektedirler. Elimizde kalanı da kaybetmek istemiyorsak, bugüne kadar yaşadıklarımızı doğru okumak, bu oyunları kimlerin hangi gayeyle kurguladıklarının farkına varmak, basiret ve ferasetle hareket ederek enerjimizi (tam da birilerinin planladıkları gibi) birbirimizi tüketmek yerine bir olmak için sarf etmek ve asla gevşememek zorundayız. Unutmayalım ki, insanlığın son kalelerinden biriyiz. Bu kaleyi de teslim edersek vebali büyük olur.”

Şükürler olsun ki kaleyi (en azından şimdilik) teslim etmedik. Tam da yukarıda vurgulamış olduğum ve çok özlediğimiz birlik ve beraberliği sergileyerek haince bir girişimi milletçe boşa çıkardık. Şunu biliyoruz ki, bu ne ilk saldırı ne de son olacak. “Hayasız akınlar” birbiri ardına gelmeye devam edecek. Mücadele ve zorluklarla dolu tarihimiz böyle sayısız imtihana sahne oldu. Başarıyla atlattıklarımızın yanında belki bir o kadar da başarısız olduğumuz sınavımız var. Bu sebeple, gevşemek gibi bir lüksümüz yok. Bu oyunları kurgulayanların da vazgeçmek ya da pes etmek gibi bir düşünceleri eminim ki yok. Hatta daha fazla hırslanacaklar ve daha fazla saldırganlaşacaklar. Açıktan ve gizliden bizi yok etmek isteyeceklerinden hiç şüphem yok.

“Şer gözüken şeylerde bazen hayır vardır” deriz ya, işte yaşamış olduğumuz bu darbe girişimi tam anlamıyla buna bir örnek teşkil ediyor. Türk toplumu olarak kutuplaşma ve ayrışmalarla mücadele ettiğimiz, başta terör olmak üzere birçok problemle karşı karşıya bulunduğumuz sancılı bir dönemde böyle bir saldırıya maruz kalmamız bizi uyandırarak bir nebze de olsa üzerimizdeki ölü toprağını attı ve ülkemizin geleceği adına umutlanmamıza sebep olacak önemli bir kenetlenmeye ve birleşmeye yol açtı.

Gördük ki, bu toprakların ilacı ve dertlerimizin devası kardeşliktir. Gün, ama’sız, lakin’siz, ötekileştirmeden, dışlamadan, küçümsemeden, aşağılamadan, suçlamadan, birbirimizin açığını ve eksiğini aramadan; geçmişte köklü medeniyetler meydana getirmiş, bir arada yaşama kültürüne sahip bir millet olduğumuzun şuuruyla, sağduyu ve aklı selimin ışığında birbirimizi daha iyi anlama çabası gösterme günüdür. Hiçbir şey yapamıyorsak en azından birbirimize tahammül etme günüdür.

İçimize yerleştirmiş oldukları satılık hainleri kullanarak ülkemizi bir iç savaşa sürükleme hayali güdenlerin hevesleri şimdilik kursaklarında kaldı. Ülkemizi bölüp parçalamak isteyenlere inat bu saldırıyla birlikte saflar sıklaştı. Şu bir gerçek ki, bunların ne oyunları bitecek, ne de bunlara hizmet eden hainlerin soyu tükenecek. Karşımıza farklı kimliklerle, farklı isimlerle, farklı maskelerle çıkmaya devam edecekler. Belki de kıyamete kadar sürecek bu mücadele. İşte bu nedenle gevşeme lüksümüz yok. Toplumsal uyanışımızın artık kök salma ve süreklilik arz etme zamanıdır. İki gün sonra her şeyi unutup eskiye dönecek olursak verilen bu mücadeleye, akan kana yazık olur.

Toplumumuzun bu darbe girişimine destansı direnişi-sebebi ne olursa olsun-bir dönüm noktasıdır. Arkasındaki saik ister vatan sevgisi, ister demokrasi bilinci, ister hürriyet aşkı, isterse lidere ya da davaya sadakat olsun, daha önceki hiçbir darbe girişiminde rastlamadığımız bir kararlılıkla insanlarımızın bedenlerini kahramanca siper etmeleri ve can vermeleri takdire şayan ve sonuna kadar saygıyı ve övgüyü hak eden bir tavırdır. Vuku bulan şey tam anlamıyla bir halk devrimidir. Kabul edelim ki, önceki darbelere sebep olan siyasal ve toplumsal süreçler bundan çok farklıydı. Hatta bazılarının arkasında halk desteği, medya desteği ve sermaye desteği de çok etkendi. Dış desteği hiç saymıyorum, çünkü o hepsinde vardı ve planlayıcı aktördü. 15 Temmuz gösterdi ki, geçmiş darbeler toplumumuzun kolektif bilinçaltında önemli bir travmatik birikime sebep olmuş. Geçmiş darbe ve darbe girişimlerinde sessiz ya da çaresiz kalmış olmak bilinçaltımızda suçluluk duygusuna sebep olmuş belki de… Bugün meydanlara inip tankların karşısına dikilenlerin çoğu eski darbeleri hatırlamayan, darbelerin sadece hikayeleri ile büyümüş bir nesil olmasına karşın, halkımızın (en azından darbe planlayıcıları tarafından öngörülemeyen) direnişi, işte bu toplumsal birikimin dışa vurumu ya da patlaması olsa gerektir. Bu olayın en önemli sonuçlarından biri psikolojik güç dengesinin milletimiz lehine dönmesidir. Karanlık güçler artık farklı enstrümanlar bulmak zorunda. İşleri bu nedenle biraz zorlaştı.

***

Yazımızın başlığındaki soruya dönelim: Vatanseverlik mi, demokrasi mi? Birçok insan, toplumun tepkisini demokrasiye sahip çıkma refleksi olarak algıladı ve öyle yorumladı. Hatta bu uğurda can verenleri “demokrasi şehidi” gibi şehitlik kavramının ruhuyla örtüşmeyen bir ifadeyle tanımladı ve bu da ilginçtir çok yadırganmadı. Belki de meselelerin sıcaklığıyla yeterince dikkat çekmedi bu mevzu. Demokrasi gibi seküler bir kavramı şehitlik gibi dini/uhrevi bir kavramla eşleştirmek her şeyden önce tutarsızlık ve  şehitlik kavramına ve şehitlerin ruhuna saygısızlıktır. İnanıyor ve umuyorum ki onlar şehit oldular. Lakin demokrasi uğruna değil Allah ve vatan uğruna şehit oldular. Bu milletin genlerinde var olan vatan ve hürriyet sevgisi bir kez daha ortaya çıkmış ülkemiz üzerinde oynanan sinsi bir oyunu bertaraf etmiştir. Yoksa daha düne kadar, demokrasiyi henüz tam olarak içselleştiremediği iddia edilen Türk insanı bir gecede aydınlanarak demokrasi mücahidine dönüşmedi herhalde. Lakin, yaşanan bu olay halk nezdinde demokrasi bilincinin gelişmesine ve yerleşmesine mutlaka tesir edecektir.

Demokrasiye gelince; seküler siyasal sistemlerin ve yönetim biçimlerinin şimdilik ideale en yakını olarak görünen demokrasi, toplumu oluşturan bireylerin eşitliğini temel alan ve halkın egemenliğine dayanan bir sistemdir. Bu sistemde devlet vatandaşına fırsat eşitliği sunar, örneğin seçme ve seçilme hakkı vb. gibi. Bu sayede halk yönetime katılmış olur.

Bu sistemde devlet teorik olarak vatandaşların birbirine karşı hak ve özgürlüklerini garanti altına alsa da demokratik bilincin bir toplumda oluşup oluşmadığına dair en önemli gösterge bireyin diğer bireylere gönüllü olarak saygı ve tahammül gösterip göstermediğidir. Bu yönüyle meseleyi anlamaya çalışırsak ne kadar demokratik bir toplum olduğumuza dair daha sağlıklı bir kanaate varabiliriz.

Demokrasiye yöneltilen en önemli eleştirilerin başında çoğunluk despotizmine dönüşme ve azınlıkların tercihlerinin göz ardı edilmesi riski gelmektedir. Çünkü çoğunluğun her zaman en doğru ve en adil tercihte bulunacağı varsayılamaz. Bireysel düzeydeki demokratik bilinç ne kadar gelişirse gelişsin bu sorunun tamamen ortadan kalkması beklenemez.

İnsan ürünü bir sistemin kusursuz olması da zaten düşünülemez. Çünkü insanın kendisi kusursuz bir varlık değildir. Gelecek toplumlar belki daha adil ve daha eşitlikçi yönetim sistemleri geliştirecekler, lakin onlar da asla kusursuz olmayacak.

***

Demokrasi demişken, ülkemizde yaşanan darbe girişimine karşı özellikle Batılı ülkelerin iki yüzlü tavrıyla ilgili toplumumuzun bazı kesimlerinde yaşanan hayal kırıklığı ve şaşkınlığa da değinmek istiyorum. Şunu hemen ifade etmek isterim ki böyle bir şaşkınlığı yersiz ve safiyane buluyorum. Kısaca Batı olarak tarif ettiğimiz devletler, özlerindeki emperyalist gelenekten dolayı demokrasinin tüm dünya genelinde yayılmasını asla istemezler (Burada Batı toplumları içerisindeki vicdani ve insani duyarlılığa sahip, adalet terazisi bozulmamış olanları bir kenara ayırıyorum. Kastım emperyalistlerdir). Geri kalmış toplumlarda demokratik bilincin gelişmesi en başta emperyalistlerin tekerlerine çomak sokulması demektedir. Devletler arası mevcut güç dengesinin ve statükonun sürdürülebilmesi için bazı ülkelerin baskıcı ve otoriter rejimlerle idare edilmesi gerekmektedir. Çok geriye gitmeye gerek yok, yakın dönem bu tezi desteleyecek onlarca örnekle doludur. Daha bir kaç yıl önce Mısır’da seçilmiş hükumeti değil darbecileri diktatörleri destekleyenlerden hala nasıl medet umabiliriz? Dolayısıyla, her sıkıntıya düştüğümüzde Batı’dan destek ummak yersiz ve boş bir beklentidir.

Şu da var ki emperyalist Batı, demokratik sistemi kendi insanı için bir hak olarak görürken, kendinden olmayanlar için lüks kabul eder. Onlara göre, bizim gibi toplumlar insanca yönetilmeye değil güdülmeye layıktır. Zihin kodlarındaki sınıfçı ve çifte standartçı anlayışın gereği olarak böyle hareket ederler. Bu sebeple, kimse Batılı dostlarımızı (!) bu olayda demokrasinin yanında saf tutmadılar diye yadırgamasın ve suçlamasın. Onlar tıynetlerinin gereğini yapıyorlar. Bize düşen dostumuzu ve düşmanımızı iyi tanımaktır.

Yazımı bitirirken 15 Temmuz şehitlerini saygıyla anıyor, gazilerimize acil şifalar diliyorum.

Abdullah ALPAYDIN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

 

Author: sevare