Yaşlı Gözler

  • ……….
  • Sen ne anlarsın baba,

Yaşlı gözler bir anda kızarmaya başladı. Ağlamaklı oldu. Duymak istemediği bir cümleydi bu.

O yaşlı gözler, özlü yaşamın mimarınındı. Günlerce, üzerinde düşündüğümüz bir problemi, çok sade ve kısa bir zamanda çözen bu kıymetli tecrübe abidelerinindi. Çay ocaklarında, camilerde, sokakta yalnız kalan, çaresiz bakışlarıyla etrafın enerjisine direnen, bedeni zayıflamış ruhu dinç dimağlardı. Birlikte yaşamakta hayıflandığımız yorgun savaşçılardı.

Yaşlı adam;

  • Oğlum niye böyle düşünüyorsun,
  • Düşünecek bir şey yok baba. Dünya, senin gençliğindeki dünya değil. Her şey değişti. Sen anlamazsın?
  • Peki, ne değişti oğlum?

Ses çıkmadı. Oğul bir anda kendini düşünür buldu. Evet, sahi ne değişmişti?

  • Evlat değişen bir şey yok. Senin de hala iki kolun ve bacağın var. Sen de evlendin ve çocukların var. Bir işin var ve evini geçindiriyorsun.

Baba biraz düşündü. Yaşlı gözler sözlerde sadeliği ararcasına kendine zaman tanımıştı.

  • Aslında evlat değişen bir şey var biliyor musun? Biz bunu bilmezdik. Böyle bir şeyi yaşamadık. Bir sorunumuz olduğunda başvuracağımız birileri vardı. Evde konuşacak çok kimsemiz ve zamanımız olurdu. Herkes konuşurdu ve bir aradaydı. Yani yalnız değildik. Ama sen çok yalnızsın! Ve bunun farkında bile değilsin.

Baba derin nefes aldı. Karşısındaki oğluydu. Bir analiz yapmaya gerek yok. Ancak bilmesi yüzleşmesi gerekiyordu. Devam etti;

  • Evet evlat. Seni yalnızlaştırdılar. O kadar yalnızsın ki sana kısa vadeli hedefler vererek oyalıyorlar. Yalnızlığından kurtulman için bir şeyler üretiyorlar. Bir süre oyalıyor bunlar seni. Onu tüketiyorsun. Bıkkınlık başlıyor. Sonra mutsuz olmaya başlıyorsun. Tam bu sırada yeni bir şeylerle bir daha aynı tur başlıyor. Etrafındaki herkes aynı ama farklı bir şekilde; hepsi de rol yapıyor. Tıpkı senin dün yaptığın rol gibi.

Evlat afallamaya başlamıştı. Babasının bir eğitimci olduğunu unutmuştu sanki. Yıllarını insan eğitimine adamış birinin yeni medya akımını kullanamaması onu yetersiz ve bir şeyden anlamaz da yapmıyordu.

Baba devam etti. Onu çocukluğuna götürmeliydi. Kendisinin keyif aldığı zamanları  ona yaşatması lazımdı  ki bazı şeylerin önemini anlayabilsindi.

  • Hatırlar mısın akşam sohbetlerimizi. Sen okuldan dönüp, çantanı gizlice havlunun kenarına bırakıp sokakta oynamaya başladığın günleri. Ta ki ben gelene kadar devam ederdi. Beni görünce koşa koşa eve girerdin. Görmediğimi düşünürdün. Ama hepsini görürdüm. Hemen üzerini değiştirip dersine koyulurdun. Akşam yemeğine kadar halletmen gerekiyordu. Çünkü her daim akşam yemekleri beraber yenilirdi. Bir saatte ödevlerini bitirirdin.

Evladın yüzünde tebessümler oluşmaya başlamıştı. Güzel günler geçirdiği belliydi. Baba devam etti;

  • Evimizde o zamanlar televizyon yoktu. Sen, hararetli bir şekilde öğretmeninden bahsederdin annen ise komşulardan bahsederdi. Ablan üniversite için hazırlanırdı. Küçük kardeşin ortalıkta dolanır, şirinlikler yapardı. Su istediğimde hemen getirirdin. Sahi, sen şimdi su istediğinde hemen geliyor mu?

Bu soru oğlunu daha da sarsmıştı. Çünkü su isteyecek kimsesi olmazdı ortalıklarda. Hüzünlendi ve düşündü bir taraftan… Çocukluğundaki eve geç gelmelerini çok gizli yaptığını zannediyordu. Ama babası biliyormuş. Kendi hayatına baktı. Çocuklarının eve girişlerini neredeyse çoğu zaman kameradan kontrol ediyordu. Bu nasıl bir korkuydu?

  • Evlat, sen akşam yemeğinden sonra yalnız kalıyorsun. Çocukların kendi odasında, gelinimin elinde bir telefon, sen ise daha farklı değilsin! Belki bilgisayarı bilmem ama bu beni, seni ve çağı anlamadığım anlamına gelmez. Bu durumlarınıza üzülüyorum sadece. Yapacak bir şeyim yok. Bana ve annene kapattınız dünyanızı. Ama şunu bil ki biz de anne ve babalarımızdan farklı bir dünyada yaşadık. Çünkü dünya hızlı bir şekilde değişiyor ve gelişiyor. Bu değişim insanlığa hizmet içindir. Ancak bu, bir yalnızlaştırma hizmeti. Sizi tüketmenin formülü parçalamaktır. Parçaları kandırmak ve yönlendirmek her zaman daha kolaydır. Ve size özerklik vaadi ile yaşanmışlıklardan çıkarılacak dersleri almanıza izin vermeyecek kadar narsistleştiriyorlar. Senin yaşadıklarının bir benzerini sadece zaman ve kişi farkıyla hepimiz yaşadık. Senin bugün halletmen gereken bir problemi, ben de daha önceden yaşamıştım. Benimki sadece farklı zaman ve kahramanlardan oluşuyordu. Torunlarımla yaşadığın bir problemle sen günlerce uğraşırsın. Ama benim için yarım saat yeterli  çünkü seninle bunları yaşayarak tecrübe ettim ben…
  • ………….

Yukarıdaki diyalog benzer içeriklerle kuşaklar arasında sürüp gitmektedir. Hangi çağda yaşarsak yaşayalım bilgi ve tecrübenin ehemmiyeti hep göz ardı edilir. Ya yeni nesil çok kapalı  ya da bir önceki kuşak çok daha dirençli.

Sahi;

Üniversite mezunu bir evlat eğer bu şekilde davranıyorsa aldığı eğitimin etkisi nerde kaldı ki? Eğitim görmemiş birisi ise, onlardan daha fazla hayatına ne kattı ki bu anlamlı tecrübelere kapılarını kapatıyor? Eğitimli olmak ya da olmamak arasında bir fark kalmadı ise neyin eksikliğinin sonucunda bu mimarları hayatımızdan uzak tutuyoruz?

RECEP DAĞDEMİR

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: sevare