Yozgat; İsyan, Talan ve Sonrası

1920 yılında vuku bulan Çapanoğlu İsyanı sonrası Yozgat’ını konu olan bu yazımızın ilk bölümünde, Yozgat’ın geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren yaşadığı felaketlerin psiko-sosyal yönden tahlilini yapıp, ikinci bölümünde ise Cumhuriyet dönemi Yozgat’ını bazı istatistiksel göstergeler üzerinden anlamaya çalışacağız.

19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başlarında en parlak dönemini yaşayan ve her açıdan zirveyi gören, o dönemlerde şehri ziyaret eden Avrupalı gezginler tarafından Avrupa şehirlerine benzetilen, hatta “Anadolu’nun Paris’i” diye anılan; Kayseri, Ankara, Sivas gibi önemli komşu illeri gölgede bırakan canlı ticaret ve zanaat hayatıyla (örneğin gümüş/altın işlemeciliğinde Yozgat, Van’la birlikte Anadolu’nun en önemli iki şehrinden biri konumundadır), Anadolu’nun her tarafından gelen tüccarların mallarını arz ettiği pazarlarıyla, yurt dışına mal ihraç eder durumdaki tüccar ve esnafıyla bilinen Yozgat, üst üste yaşanan felaketler sonrasında adeta karanlığa ve suskunluğa gömülmüştür. Burada Yozgat’tan kastımız Bozok Sancağı değil, sancağın merkezi olan Yozgat şehridir. O devirde ulaşılan refah düzeyi ve zenginlikten çevre kaza ve köyler ne nispette pay aldı, ulaşılan gelişmişlik seviyesi sancağın geneline ne ölçüde yansıdı bilemiyoruz. Bu konu ayrı bir araştırma konusu olmalıdır.

Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi savaşlar neticesinde genç/yetişmiş Müslüman nüfus ciddi şekilde azalırken, şehrin ticari ve iktisadi hayatına yön veren Ermeni/Rum gayrimüslim tebaa ise önce tehcir, daha sonra Çapanoğlu ve Çerkez Ethem hadiseleri sonrasında şehri terk etmişler, küçük bir kısmı sonradan geri dönse de tutunamamışlardır.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde Yozgat’ın yaşadığı talihsiz hadiselerin sonuncusu ve en önemlisi ise Çapanoğlu İsyanı ve bu isyanın Çerkez Ethem tarafından bastırılmasıdır. Bu olayların en önemli iki sonucu şunlar olmuştur:

  1. Yozgat halkının çok küçük bir kısmı bu isyana katılmış olmasına rağmen ihale Yozgatlı’ya kesilmiş şehrin adı isyanla özdeşleşmiştir. Bunun neticesinde şehir suçluluk duygusu altında kendi içine kapanmıştır. Bu durumun etkileri hala tam olarak geçmiş değildir.
  2. Çerkez Ethem güya isyanı bastırarak Ankara’yı rahatlatmıştır (!) ama şehir düşman işgalinden beter bir yağma, talan ve zulme maruz kalmıştır. Başta gayrimüslim tebaa olmak üzere şehrin zenginlerinin mallarına el konulmuş, iş yerleri, evleri talan edilmiş, yakılıp yıkılmıştır. Bununla da yetinilmeyip masum insanlar asılsız iddialara dayanarak yargısız infaza tabi tutulmuştur. Neticesinde şehrin 200 yıllık birikimi yok olmuştur. Abartılı mı olur bilemiyorum ama tabiri caizse şehrin üstünden silindir geçmiştir. Çerkez Ethem’in Yozgat’tan ayrılırken “Yozgat, Yozgat değil içi altın dolu bir vadiymiş!” dediği, yanındaki eşkıyanın talan ettiği değerli mücevher ve malların Ankara pazarlarında günlerce satılarak bitirilemediği rivayet edilir.

Özetle, savaşlarla genç işgücünü yitiren Yozgat, Çapanoğlu/Çerkez Ethem olayları ve gayrimüslimlerin göçüyle de sermaye gücünü yitirmiştir. İktisadi ve sosyal yapısı büyük oranda tahrip edilen Yozgat yaralarını bir türlü saramamıştır.

Cumhuriyet sonrasında da Yozgat kan kaybetmeye devam etmiş, şehir merkezi nüfusu 10,000 civarına inen Yozgat’ta kalan belli başlı aileler de çocuklarına daha iyi bir gelecek sunmak vb. gerekçelerle şehri birer birer terk etmiş, sattıkları mülkler çevre köylerden gelip Yozgat’a yerleşenler tarafından alınmıştır. İç göç (köylerden şehir merkezine) zamanla hızlanmış bu da Yozgat şehrinin demografik yapısını iyiden iyiye değiştirmiştir. Köyde umduğunu bulamayan, en azından çocuklarını okutma beklentisiyle şehre yerleşmeye başlayan köylü nüfus; ticaret, zanaat ve üretim becerileri olmadığı, kendi geçimini de köyündeki bağı bahçesi, tarlasından temin etmeye devam ettiği için şehrin ekonomisine ve kalkınmasına maalesef dişe dokunur bir katkı verememiştir.

Yozgat’ın yaşadığı iktisadi çöküş en çok Kayseri’ye yaramış, eskiden beri yerleşik bir ticaret geleneği olan bu şehir Yozgat’ın sahneden çekilmesiyle rakipsiz kalarak Orta Anadolu sanayi ve ticaretinin lokomotifi olmayı başarmıştır.

Kolu kanadı kırılmış Yozgat, istemeyi de bir türlü öğrenememiştir. Yukarıda değindiğimiz suçluluk duygusundan mıdır, yoksa istemeyi kendine yediremediğinden midir ya da ön ayak olup yol gösterecek kimsesi kalmadığından mıdır bilinmez; Yozgat/Yozgatlı devletten bir şey istemekten, hakkını aramaktan imtina etmiştir hep. Bu da bugünkü geri kalmışlığı doğuran çıkmazlarından biri olmuştur.

Aradan zaman geçmiş, tüm bu travmalar hiç yaşanmamış gibi birileri “Cezalı Şehir” efsanesi üretmiştir. Daha kötü olanı da halk bir şekilde buna inandırılmıştır. Güya Yozgat, devlet tarafından yasaklı şehir ilan edilmiş, bundan dolayı şehre bir çivi bile çakılmazmış. “Asi Şehir” damgası yediği için kendini ezik hisseden Yozgatlı, üstüne bir de “Yasaklı Şehir” edebiyatıyla iyice karamsarlığa itilmiş, umutsuzluk, yılgınlık ve yenilmişlik duygusu bulaşıcı bir hastalık gibi yayılmıştır. Bu duygu, Yozgatlı’nın kendine güvenini yok ettiği gibi, girişimci ruhun yeşermesini engellemiş ve zamanla tembelliğine de kılıf olmuştur.

“Cezalı Şehir” efsanesinin devlet nezdinde bir gerçeklik payı var mıdır bilemiyorum ama ben devletin bir şehrini ve o şehirde yaşayanları – hele Yozgatlılar gibi her şart ve durumda kendini devleti ve vatanı için feda etmekte tereddüt etmeyen evlatlarını – cezalı ilan edeceğini akla yatkın ve inandırıcı bulmuyorum. Kaldı ki, Çapanoğlu hadisesinden sonra Mustafa Kemal Yozgat’ı 1924 ve 1934 yıllarında iki kez ziyaret etmiş, 1934’teki ziyaretinde halka hitaben “Ünlü süvarilerin, harp meydanlarında kahramanca dövüşen Türk yiğitlerinin harman olduğu diyar, Bozok yaylasının çocukları varolun!” demiştir. Yozgatlı’nın bir taraftan bu sözlerle övünürken, diğer taraftan yasaklı şehir olduğuna inanmaya devam etmesi ne yaman çelişkidir!

Biz Yozgatlılar geçmişimizle sağlıklı bir ilişki kurmak ve geleceğimizi doğru inşa etmek istiyorsak, son yüzyılda yaşamış olduğumuz travmalarla gerçek manada yüzleşmek zorundayız. İhtiyacımız olan şey; kalıplamış tüm yargılarımızı sorgulayarak bizi geri bırakan anlayışı terk etmektir. Einstein’ın dediği gibi “Hiçbir sorun, onu doğuran bilinç seviyesiyle çözülemez.”

Sorunun dışarıdan kaynaklandığı (Yozgat’ın devlet tarafından kasıtlı olarak geri bırakıldığı) düşüncesinin şöyle bir olumsuzluğu da var: Sorun dışarıdan kaynaklıysa çözüm de haliyle sizin elinizde değildir. Buna inanmaya başladığınız an, haliyle mücadele etmeyi de bıkarsınız.

Yozgat’ın bugün Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış, siyasetten bürokrasiye, akademi dünyasından sanayi ve ticarete kadar bir çok alanda yetişmiş insan potansiyeli var artık. Keza yurt dışındaki gücü de yadsınamaz. Yetişmiş, bilgiyle donanmış insan kaynağı bu çağın en büyük gücü. O halde kafamızı kumdan çıkarıp, sen ben çekişmesine girmeden bu potansiyeli/birikimi memleket faydasına kullanmanın vaktidir. Devletten bir şeyler bekleyerek neredeyse bir 100 yılı heba ettik. Daha fazlasına tahammülümüz yok!

Diğer yandan, kültür, sanat, düşünce ve edebiyat gibi halen eksik ve yetersiz olduğumuz birçok saha mevcut. İşin iktisadi boyutuna odaklanıp bu alanları ihmal etmek olmaz. Yozgatlı bu sahalarda da bir an önce atılım yapmalı, Türkiye ve hatta dünya çapında işler üretmeye başlamalıdır.

***

İkinci bölümde Yozgat ilinin Cumhuriyet dönemi idari yapılanmasını, nüfus gelişimine ve bazı istatistiki verilere yer vereceğiz. Ancak öncelikle sancağın Osmanlı dönemi idari yapılanmasına kısaca değineceğiz.

19. yüzyıl ortalarına kadar Sivas vilayetine bağlı bir sancak olan Bozok, daha sonra Ankara vilayetine bağlanıyor ve Yozgat Sancağı adını alıyor. 1860’lı yıllarda vilayetin merkezi kısa bir dönem Yozgat olsa da 1866’da tekrar Ankara’ya taşınıyor. Sancağın sınırları ve bağlanan kazalar dönem dönem değişiyor. Örneğin 1877-78 ve 1881-1893 Osmanlı nüfus sayımlarında Yozgat’a bağlı kazalar Akdağmeni, Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu olarak görünürken, 1906’daki sayımda Çorum ve Sungurlu Yozgat’tan ayrılmıştır. Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere 1914’te gerçekleştirilen Osmanlı’nın son nüfus sayımında Yozgat Sancağı merkez ilçe dışında Akdağmadeni ve Boğazlıyan ilçelerinden müteşekkildir. Her iki sayım arasındaki farka baktığımızda Yozgat nüfusunun ciddi bir artış gösterdiği fark edilmektedir. Bu durum yukarıda değindiğimiz Yozgat’ın en parlak döneminin 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başları olduğu gerçeğini doğrulamaktadır. Yozgat sancağındaki gayrimüslim nüfusunu incelediğimizde, 1914 sayımında sancak genelinde toplam 44,343 gayrimüslimin yaşadığı (31,950’si Ermeni), bunun da % 22’ye tekabül ettiği görülmektedir. Bu oran gayrimüslim nüfusun en yoğun bulunduğu Boğazlıyan kazasında % 27’nin üzerindedir. Yozgat sancağının bağlı olduğu Ankara vilayetindeki gayrimüslim nüfusun toplam nüfusa oranın % 8 olduğunu hesaba katarsak Yozgat’taki oran daha dikkat çekici olmaktadır.

Sancağın ismi konusuna burada bir açıklık getirmek gerekir. Osmanlı idari yapılanmasında Bozok adıyla anılan sancağın yönetimi 18. yüzyıl başlarında Çapanoğulları’na geçer. Çapanoğulları, bugünkü Yozgat şehrinin bulunduğu bölgeye yerleşerek sancak merkezini buraya taşır. Böylece Yozgat şehri kurulur ve hızla gelişir. Osmanlı’nın son döneminde sancağın ismi de Yozgat olur. 1923 yılında Meclis kararıyla sancağın adı tekrar Bozok olarak değiştirilse de Yozgat mebusu Süleyman Sırrı İçöz’ün teklifi üzerine 1927 yılında il, Yozgat adını alır. Bu durum o günden bugüne tartışma konusu olmaya devam ediyor. Meselenin tarihi arka planına baktığımızda ilin adının Bozok, merkez ilçenin Yozgat adıyla anılması en doğrusu olarak görünüyor. Böyle bir düzenleme yapılabilirse yüzyıllardır yöreyle özdeşlemiş olan ve aynı zamanda bir Oğuz boyunun adı olan Bozok ismi de yaşatılmış olur.

Yozgat’ın 1923’te merkez ilçe dahil 3 olan ilçe sayısı, 1926’da Sorgun’un ilçe yapılmasıyla 4’e yükselirken 1948’e gelindiğinde bu sayı 7, 1957’de 9 oldu. Uzun bir süre böyle devam ettikten sonra 1990-91 yıllarında tesis edilen yeni ilçelerle bugünkü sayı olan 14’e ulaşıldı.

Aşağıdaki 3 tablo Cumhuriyet dönemi ilk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılından günümüze Yozgat ve ilçelerinin belli aralıklar itibariyle nüfus değişimini göstermektedir. Tabloda ilçelerin hangi tarihlerde ilçe olduğu bilgisi de verilmiş, ilçeler tabloda ilçe olma tarihlerine göre sıralanmışlardır. Tabloların alt satırlarında yıllar itibariyle ilimizdeki şehirleşme oranları, aynı yıllardaki Türkiye toplam nüfusunun Yozgat il nüfusunun Türkiye nüfusu içindeki payı gibi karşılaştıma yapabileceğimiz ek istatsitiklere yer verilmiştir.

1927-1950 dönemini kapsayan ilk tabloya baktığımızda Yozgat nüfusunun % 90’ından fazlasının köylerde yaşadığı, köy/şehir nüfusu oranının 23 yılda neredeyse hiç değişmediği dikkat çekmektedir. Bunun yanında, bu 23 yıllık dönemde Yozgat nüfusunun Türkiye nüfusuna oranının aynı kaldığı görülmektedir. Yani Yozgat nüfusu Türkiye nüfusuyla doğru orantılı bir artış kaydetmiştir. Bu veriler de gösteriyor ki, iç ve dış göç henüz başlamamıştır. Bu döneme ait bir başka ilginç veri il genelindeki artışa rağmen Yozgat şehir merkezi nüfusunun 23 yılda neredeyse hiç artmayıp 11,000’lerde seyretmesidir.

Sanayileşmenin başladığı 1960-1980 döneminde Yozgat’ın il genel nüfusu artmaya devam etmiş olmakla birlikte, nüfus artış hızı ve şehirleşme oranının Türkiye ortalamalarının gerisinde kaldığı, buna bağlı olarak Yozgat nüfusunun Türkiye nüfusu içindeki payının hızla düştüğü görülmektedir. Bu 20 yıllık periyotta Yozgat nüfusu % 25 artarken, Türkiye nüfusu % 61 artmıştır. Bu istatistiklerden hareketle, Yozgat’tan büyük şehirlere ve yurt dışına göçün bu dönemde yoğunlaştığını söyleyebiliriz. 1927-1950 döneminde hiç artmayan Yozgat şehir merkezi nüfusu ise 1960’dan 1980’e, % 100’e yakın artışla 18,305’ten 36,345’e yükselmiştir. Aynı şekilde Sorgun, Yerköy, Sarıkaya, Şefaatli gibi ilçe merkezi nüfusları da 3-4 kata kadar büyüme göstermiştir. Bu, iç göçün de hareketlendiği anlamına gelmektedir. İş-aş gibi ekonomik nedenlerle birlikte sosyal sebepler ve eğitime olan talep de iç göçe yol açan önemli faktörlerdir.

Göçe rağmen artışını sürdüren Yozgat nüfusu, 1990’larda 600,000’e dayanmışken sonrasında düşmeye başlamış; özellikle adrese dayalı nüfus kayıt sistemine geçilen 2007’den itibaren bu düşüş daha belirgin hale gelmiştir. Yozgat son 10 yılda % 15 oranında nüfus kaybı yaşarken, bu dönemde Türkiye’nin en çok nüfus kaybeden ili olmuştur. Yine bu 10 yıllık dönemde Yozgat’ın kırsal nüfusu % 34 oranında küçülmüştür. Bu gerilemenin neticesinde Yozgat’ın Türkiye nüfusundaki payı % 0,52’ye düşmüştür. Yozgat nüfusunun, Türkiye nüfusu içindeki payı 1927’deki seviyesinde olsaydı nüfusumuzun bugün 1,250,000 civarında olması gerekirdi. Oysa bugünkü nüfusumuz 418,650.

Nüfus artışı elbette tek başına bir gelişmişlik göstergesi değil. Hatta çok hızlı ve kontrolsüz nüfus artışı bir çok sorunu da beraberinde getirir. Lakin, Yozgat örneğinde yaşanan göç ve nüfus kaybı hayra yorulacak bir gelişme değildir. Sorunun kaynağına dönük doğru analizler yapılıp önlem alınmazsa bu seyir devam edecektir. Tüik’in yaptığı projeksiyona göre Yozgat nüfusu 2025 yılında 376,241’e inecektir. Türkiye nüfusunun ise 80 milyondan 89 milyona ulaşması beklenmektedir.

Aşağıdaki tablo Yozgat’ın 1980’den günümüze sürekli göç verdiğini, net göç rakamının sürekli negatif seyrettiğini göstermektedir. Aradan geçen 37 yılda Yozgat, bugünkü toplam il nüfusundan daha fazla göç verirken (452,276) net göç -196,343 kişidir.

Göç dışındaki göstergeleri incelediğimizde de durum Yozgat açısından pek iç açıcı görünmüyor. Kalkınma Bakanlığının 2011 yılında yapmış olduğu İllerin ve Bölgelerin Sosyo Ekonomik Gelişmişlik Endeksine (SEGE) göre Yozgat 81 il arasında 65. sırada. Bu nüfus verilerinden çok daha karamsar, çok daha düşündürücü bir tablodur. Yeni teşvik sistemine de dayanak teşkil eden SEGE-2011 çalışması, demografi, eğitim, sağlık, istihdam, rekabetçi ve yenilikçi kapasite, mali kapasite, erişilebilirlik ile yaşam kalitesi olmak üzere 8 alt kategoride, çoğunluğu 2009-2010 yıllarına ait 61 değişken kullanılarak hazırlanmış. Çalışmada kullanılan değişkenlerin seçiminde ilin ülke içindeki ekonomik ağırlığı ve potansiyeli, sosyal gelişmişlik seviyesi, ortalama bireysel refah düzeyi, il ölçeğinde ekonomik ve sosyal gelişmişlik ile bireysel refah arasındaki kümülatif denge ve veri teminine ilişkin süreklilik hususları gözetilmiş. Yine 2011 verilerine göre Yozgat Kişi Başına Düşen Yıllık Gelirde 61. sırada ve Türkiye ortalamasının çok altındadır.

Amacımız bu veriler üzerinden karamsarlık ve umutsuzluk yaymak değil elbette. Bilakis, kendi gerçeğimizle ne kadar doğru şekilde yüzleşirsek, sorunun kaynağına vakıf olmamız ve çözümüne dönük alternatif geliştirmemiz o nispette kolaylaşır. Olumlu taraftan bakacak olursak; son yıllarda ulaşım altyapısına yapılan yatırımlardan Yozgat da payına düşeni yavaş yavaş almaya başlamıştır. Yakın gelecekte yüksek hızlı tren ve hava alanı seçeneklerinin de devreye girecek olması sanayiciyi ve kalifiye iş gücünü Yozgat’a çekmekte bir faktör oluşturabilir. Keza, sağlık alanındaki yatırımlar da dikkat çekmektedir. Okul sayısı ve çeşitliliği de artmakla birlikte, bu sahada nicelikten ziyade niteliğe odaklanmak elzemdir. Yakın geçmişe kadar bir tarım şehri olan Yozgat, kırsal nüfusunu hızla kaybettiği için bugün potansiyelinin çok azını kullanabilmektedir. Yozgat, bundan sonra sanayileşmede istenilen gelişimi sağlayamayabilir ama geniş topraklarıyla ve yöreye has ürünleriyle, gelecekte önemi daha da artacak olan tarım sektöründe yeniden söz sahibi konuma gelebilir. Tarımsal gelişimde devlet politikaları da belirleyici rol oynayacaktır. Madencilik de ilimize katma değer sağlayacak sektörlerden biri olmaya adaydır. Turizm de bakir sahalardan biridir. Özetle, mevcut olumsuz tabloya rağmen, önümüzde geleceğe dair umutlanmamızı sağlayacak bir çok imkan mevcuttur. Bunları harekete geçirmek için ihtiyacımız olan inanç, irade, kararlılık ve hepsinden önemlisi birlik şuurudur.

 

Abdullah ALPAYDIN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: Yönetici