Yozgatlı Hüznî/Hizbî

“Âşık-ı didarız sâkii devran

Râh-ı hakikate olmuşuz revan

Bizi sorarlarsa var söyle ihvan

Namım Hüznî Yozgat şuarasından”

O, güzelin cemaline, mutlak güzelin tecellisine âşık; devranın sâkii (gönüllere aşk şarabı dağıtan); hakikat yolunun yolcusu; kardeşlerinden kendisini soranlara “Yozgat şairlerinden Hüznî’dir” diye cevap verilmesini isteyen “Külbe-i Ahzan (Hüzünler Kulübesi) sakinlerinden Hüznî Baba’dır.

Hüznî, 1879 yılında Aşağı Nohutlu Mahallesinde dünyaya gelmiştir. Nakşibendi Meşâyihinden Yozgatlı Şeyh Mustafa Efendi ailesine mensup Keşşafzade Mehmed Derviş Efendi’nin oğludur. Asıl adı Mehmed Bahaeddin’dir. Dört yaşında iken babası vefat etmiş ve akrabaları tarafından himaye edilmiştir.

Akrabalarının yanında İptidai ve İdadi mekteplerini okumuş, yüksek tahsil için Sağır Mustafa Medresesine girmiş ve 4. sınıfta hem imkânsızlıklar hem de şiir meclislerine karışıp şiir sohbetlerine gönül kaptırmak gibi sebeplerden medreseden ayrılarak mahkemede zabıt kâtipliğine başladığı anlaşılmaktadır.

Hüznî, üç evlilik yapmış ve bu evliliklerinden iki oğlu bir de kızı olmuştur.  13,5 yıl askerlik yaptığı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Edirne’de başlayan askerliği Haymana’da devam etti. Zile’de iki yıl tabur imamlığı yaptı. Sonra tekrar Edirne’ye gönderildi. Oğlu Fahrettin Öncül’ün belirttiğine göre Karaağaç’ta düşmanla çarpışma esnasında yaralanarak Haydarpaşa’ya hastaneye getirildi ve tedavisinin ardından hava değişimi için Yozgat’a gönderildi. Böylece askerliği tamamlanmış oldu.

Hüznî Baba, askerliği sonrası Yozgat çevresinde fahri imamlık, vaizlik ve Kur’an öğreticiliği yaptı. Her gittiği yerde çok sevilerek candan dostluklar edindiğini;  Zile, Tokat, Samsun, Havza, Polatlı gibi çeşitli yerlerde bulunduğunu; bu gibi çok değişik yerlerden kendisine ziyaretçiler gelip davetler yapıldığını incelediğimiz kaynaklardan anlıyoruz.

Kimi kaynaklarda onun mensubiyetiyle ilgili hakikatle uyuşmayan değerlendirmeler yapılmıştır. Onun şiirlerindeki Hazreti Ali, Kerbelâ ve Ehl-i Beyt ile ilgili temalar üzerinden yapılan bu gibi değerlendirmelerin isabetsizliği ortadır. Zira Hazreti Ali ve Ehl-i Beyt muhabbeti, Kerbelâ hadisesinden duyulan elem bütün mü’minlerin ortak hassasiyetidir. Hiçbir mü’min Kerbelâ zulmünün faillerine muhabbet beslememiştir.

Onun Şeyh Erbilli Esad Efendi’nin dillere pelesenk olmuş:

“Gönül Nûr-i cemalinden Habibim bir ziyâ ister

Gözüm Hâk-ı rehinden ey tabibim tutiya ister”

Şeklinde başlayan Naat-ı Şerifini tahmis ettiği (3’er mısra ekleyerek 5’lemek) bilinmektedir. Bazı kaynaklarda Hüznî‘nin Esat Efendi’nin müntesibi olduğu belirtilmektedir.

1908 yılında Yozgat’a gelen bir Bektaşi çelebisine yazdığı bir şiir, yine benzer yanlış değerlendirmelere sebep olmuş olsa da, onun, Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat mensubu olduğu hem eserlerinden, hem onu tanıyanların, hem de ona dair kaynakların şahadetinden anlaşılmaktadır. Ancak, onun kendinden ve sahibi olduğu değerlerden emin olarak, kalıp yargılara itibar etmeksizin bu toprakların bütün renklerinden/değerlerinden istifade etmeyi bilen yüce gönüllü bir şair olduğunu eserleri ortaya koymaktadır. Mutasavvıf bir şair olarak zikredilmekle beraber Nakşibendi Şeyhi olan dedesinin tarikine bağlı olup olmadığı açık değildir. Bu kapalılığın gerisinde 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılıp tarikatların yasaklanmasının etkisinin olması da muhtemeldir.

Hüznî, şiirlerinde iki mahlas kullanmıştır. Bunlardan ilki belirttiğimiz üzere Hüznî’dir. Bu mahlası kullandığı şiirlerinden bir misal verelim:

“Hüznî çok zaman hûblar penâhı

İder aşkın ile efgân u âhı

Kerem et seyr idem ol vechi mâhı

Yeter rahm eyle gel cânım efendim”

İkincisi ise, dostlarının, Hüznî mahlasını çok hüzünlü bularak değiştirmesi yolundaki telkinleri üzerine: “Nun’un noktasını aşağı indiririm olur biter.” diyerek aldığı “Hizbî” mahlasıdır. Misalen:

“Ben bezdim osandım bu tatlı candan

Derdini çekerim hayli zamandan

Bilmem ne istersin Hizbî nâlândan

Bilmezsin kadrini rindanelerin”

“Gâhi Hüznî gâhi Hizbî bir acep divaneyim

Gâhi neşr itdim gazeller bin sühengûlarla ben”

Örneğinde olduğu gibi bazı şiirlerinde de her iki mahlasını birlikte zikretmiştir. Mahlaslarından başka “Kalfa”, “Kurt İmam”, “Kurt Boğanın İmam” gibi lakaplarla da anıldığı bilinmektedir.

Hüznî bir kalem şairidir; yani eğitimlidir, saz çalmaz, doğaçlama değil hazırlıkla şiirlerini vücuda getirmektedir. O Fuzûli, Yunus, Nesîmi, Şeyhî, Nedim, Âsım, Osman Nevres, Süleyman Çelebi, Eşrefoğlu Rumî, Yozgatlı Fennî, Tokatlı Nuri,  Zileli Ceyhûni gibi daha pek çok şairden etkilenmiştir. Beslendiği şiir kaynakları arasında hem divan şiiri, hem tekke-tasavvuf şiiri, hem de halk şiiri geleneği şairlerinin bulunması oldukça dikkat çekicidir. Bu durum ise Hüznî Baba’nın oldukça renkli kişilik olarak tebarüz etmesine sebep olmuştur. Eserleri içerisinde her üç şiir geleneği çerçevesinde de yazılmış usta işi şiirler mevcuttur. Eserlerinde mezkûr şairler ve daha başka şairlerin şiirlerine yazdığı nazirelere, yaptığı tahmislere ve daha başka göstergelere rastlanmaktadır.

Meselâ Elmira Memedova’ya göre Hüznî Baba’nın:

“Merhaba ey yâre-i hecrin mübarek merhaba

Merhaba ey lebleri sahba efendim merhaba” mısraları ve Mevlîdi-i Şerif’in yazarı Süleyman Çelebi’nin “Merhaba” redifli şiiri (Merhaba ey âl-i sultan merhaba/Merhaba ey kan-i irfan merhaba),

 Nesimî’nin:

Merhaba, hoş geldin ey ruhi revanım merhaba

Ey şekerleb yâr-i şirin, lâmekanım merhaba” mısralarına bağlanan halkalardır.

Hüznî’nin, biri halk şiiri nazım şekilleri ve hece ölçüsünün ağırlıkta olduğu 1. Divanı, diğeri ise divan şiiri nazım şekillerinin ve aruz ölçüsünün ağırlıkta olduğu 2. Divanı ve bir de yayımlanmamış şiir defteri mevcuttur. 1. Divan M. Öcal Oğuz tarafından hazırlanarak 1988 yılında Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır. 2. Divan ise Mustafa Güneş tarafından yüksek lisans tezi olarak incelenmiş ve 2000 yılında Yozgat Belediyesi tarafından yayımlanmıştır. Bildiğimiz kadarıyla şiir defteri ile ilgili herhangi bir yayın yapılmamıştır.

Yozgatlı Hüznî, özellikle, “2. Divan”ında ortaya koymuş olduğu şiir zevk ve yeteneği ile divan edebiyatının bir yüksek zümre/saray edebiyatı olarak halktan kopuk olduğu tezini çürütmektedir. Eserlerinden anlaşılacağı üzere o divan şiirine hâkimdir. Arapça ve Farsça bilmektedir. Onun hayatı Yozgat ve çevresinde geçmiş ve –Haydarpaşa’da tedavi görmesi dışında- İstanbul’da yaşamamıştır. O bir halk adamıdır. Halkın arasında, çoğu zaman çileyle, yokluk ve yoksullukla yaşamıştır. Yaşadığı ev, oğlunun ifadesine göre, değil kendilerini, babasının kitaplarını bile zor alan iki odalı bir evdir. Yozgat zenginlerinin ona yeni bir ev almak teklifine uzun süre direnmiş, sonunda Pabuççu Kadir Bey ve Abbas Efendi’nin zorla kabul ettirmesiyle biraz daha büyük bir eve yerleşmiştir.  Onun hem divan şiiri geleneğine hem de halk şiirine hâkimiyeti aynı zamanda devrinin Yozgat’ındaki kültürel iklimi ve seviyeyi göstermesi bakımından da oldukça önemlidir.

O, hem;

 “Yetişti nev-bahar ey dil safalar olmada peydâ

 Müzeyyen al yeşil atlas misali ser-te-ser dünyâ” diyecek kadar aruzla, hem de;     

“Yâr meraklı mâniye

Yâr mâniden tanıya  

Bir va’di vardı bana

Yâr vermedi haniya”

örneğinde olduğu üzere heceyle mani formunda şiir söyleyecek kadar renkli ve zevk sahibi bir şairdir.

Kaynaklara göre onun devrinde Yozgat’ta 30 adet medrese ve 3000 civarında talebe mevcuttur. Onun civar vilayetlere, kasabalara ve köylere sık sık davet edilmesi, sohbet meclislerinin aranan siması olması, halkın sanata/sanatkâra, şiire ve irfana verdiği değerin mühim bir göstergesidir.

Hüznî Baba 17 Ocak 1936’da ardında 1.000’i aşkın şiir bırakarak ebediyet yurduna göçmüştür. Mezarı Çamlık’ın altındadır. Mezarlığın şimdiki adı Hüznî Baba Mezarlığı’dır. Evinin temelleri üzerine Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünün katkılarıyla aslına sadık kalınmaya çalışılarak “Hüznî Baba Konağı” yapılmış ve kültürel faaliyetlere tahsis edilmiştir.

Hüznî Baba, hem kişiliği hem de eserleri bakımından incelendiğinde görülecektir ki,  çok boyutlu bir kişiliktir. Hem ilim hem de tasavvuf ehlidir. İmamlık yapmaktadır, aynı zamanda çok geniş bir yelpazede eser veren iyi bir şairdir. Sohbet meclislerinin aranan simasıdır. Diğer bir yönü de onun nüktedan bir kişiliğe sahip olmasıdır. Cemiyetle iç içedir ama aynı zamanda münzevi bir ruha sahiptir. Onun bu çok yönlü/renkli kişiliği günümüz dünyasının da bir nakısasını bize hatırlatmaktadır. Modern zamanlarda her alanda sürekli bir uzmanlaşma temayülü hâkimdir. İşler sürekli birimlere bölünmekle meslekler de atomize olmaktadır. Böyle bir vasatta insan denen, fiziki ve batıni âlemlere ait birçok hususiyetten mürekkep insan da derin bir yeknesaklık uçurumuna yuvarlanmaktadır. Bu parçalanma ve tekdüzelik her alana sirayet etmiştir. Bu yüzden zamanımızda, Hüznî Baba gibi çok boyutlu ve çok renkli kişilikler yerine, ortalık, hakikati paramparça edip eline geçirdiği bir parçacığın bütün hakikati havi olduğuna inanan “ham yobaz ve kaba softalardan” geçilmemektedir.

Ayrıca, onun, Yozgat gibi bir taşra sakini olarak, oldukça farklı zamanlarda ve coğrafyalarda yetişen şairlerden beslenmiş olması, hayatta iken Yozgat sınırları aşıp Orta Anadolu’yu kaplayan ünü ve etkileşimi, bugünden bakıldığında,  onun çağına dair ulaşım, etkileşim ve iletişim algısının yanlışlığını örneklemektedir. Yani günümüzdeki ulaşım ve iletişim vasıtalarından yoksun insanların ulaşım, etkileşim ve iletişim bakımından zamanımızın çok gerisinde olduğu zannının yersizliğini bize göstermektedir.

Bugün için değerlendirdiğimizde Hüznî’nin, Yozgat ölçeğinde bile kendi değeriyle mütenasip bir ilgiye mazhar olduğunu söylemek mümkün değildir. En azından Yozgat’taki her lise talebesinin Hüznî Baba’yı tanıması, onun şiirlerine ve ruh dünyasına aşina olması gerekir. Bununla beraber o Yozgat sınırlarının dışına taşmayı hak etmiş bir şairdir. Mutlaka ülke sathında tanınması, şiirlerinden örneklerin edebiyat dersleri kitaplarına girmesi gerekir. 

Yazıyı hitama erdirmeden Hüznî merhumun şiirlerinden bazı örnekler verelim:

“Bir kiptî ufacık mesned alınca

Sadrıâzam gibi pâyesine bak

İşin düşüp başın darda kalınca

Bir tecrübe et de mâyesine bak

İzzet-i nefsine arz et ihtiyaç

Dostun olsa verme fırsat gözün aç

Tilki gölgesinde kalma lâ-ilaç

Tek mahvetsin aslan sayesine bak

Zalime sır ver de bir aç arayı

Başına dar eder koca dünyayı

Veled-i zinadan umma vefâyı

Tohum kimin hele dâyesine bak

Câhil adam olmaz evliya olsa

Ârife teslim ol eşkıya olsa

Hüznî bel bağlama akraban olsa

Hele bir fikrinin gayesine bak”

“Sen de ey pervâne gel yanma nâre

Yakdı beni candan bir kaşı kare

Ben derdime buldum derdimden çare

Tabiplerin şâhı Lokman benimdir

Açma hasta dile ey rakip yara

Yâdigâr eyledim ben onu yara

Seyf-i muhabbetle yâr sinem yara

Yâr aşkıyla akan alkan benimdir.

“Lâ mekân şehrinden kurb-ı sultandan

“Kün”emrinden kevn-ü mekâna geldim

Âlem-i vahdetten nûr-ı irfandan

Halim arz istemeye cânâna geldim”

“Yetişir bunca zaman yatdığın ey cânım uyan

Ne yatarsın dem-i vuslat sana kurbanım uyan”

“Seven oldu bahtiyar

Sevmeyen ehl-i zünnar

Geldi Ahmed-i Muhtar

Mevlûd-i Muhammed’dir

Salât ile selamı

Eyle ona müdami

Ta’zimen it kıyamı

Mevlûd-i Muhammed’dir”

Yozgat Destânı’ndan birkaç kıta:

“Kıble tarafında Çamlık havadar

Ehl-i keyfe keyf bağışlar sad hezar

Al yeşil mor sarı çiçekler açar

Güller açar gülistanı Yozgad’ın

Yaseminle nergis reyhanla zanbak

Susamla ıtırşah safâsına bak

Ne güzel halk itmiş Cenâb-ı Hallâk

Hevâ renkli erguvânı Yozgad’ın

Edebiyat yeri cahil (u) ârif

Her birisi fenne hakkıyla vâkıf

Kâtibdir umumi ehl-i maarif

Merkebçisi hem çobanı Yozgad’ın”

Söyleyişinde kimi zaman beşeri bir aşkın coşkunluğunu, kimi zaman hikemi bir üslubu kuşanan; kimi zaman ilahi aşk ikliminde esrik bir seyyah, kimi zaman “defineye malik virane” gibi rindane görünen Hüznî’nin rengârenk çiçek demetini andıran bu güzel şiirleriyle yazıyı sona erdirirken dilerim ki Hüznî Baba’ya dair çalışmalar artarak devam eder. Yapılan çalışmalar akademik saha ile sınırlı kalmayıp, gelen/gelecek kuşaklara tesir edecek yol ve yöntemler bulunur ve Hüznî’ler, Fennî’ler, Sıkdı Baba’lar gibi daha nice değerlerin yetişmesine müsait iklimler oluşur.

Son sözü yine Hüznî Baba’nın dilinden söyleyelim:

“Kendini vasf idip zemm itme eli

O benlik dâ’vası yaman dediler

Herkesin aybından çekip de dili

Kendi aybın bilmek irfân dediler”

Şaban ÇETİN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: Yönetici