Bilim ve Teknolojinin Tüketicisi mi, Üreticisi miyiz?

İnsanın yaşadığı tüm çağlarda bilgi hep ön planda yer almıştır. Ancak, insanın elde etmiş olduğu bilgi hiç bir zaman çağımızdaki kadar hayati öneme sahip olmamıştır. İnsanın bilgi edinme yolunda ulaştığı bilgi toplumu, yetişmiş, daha nitelikli ve verimli bir insan gücünü zorunlu kılmaktadır.

İçinde yaşadığımız ekonomik sistemin temel prensiplerinden bir tanesi de piyasa hakkında tam bilgi sahibi olmaktır. Bugün bilgiye ulaşamayanlar her anlamda kaybetmeye mahkum olmaktadırlar.

Herhangi bir şey alacağınız zaman, en uygun olanı en iyi fiyata alabilmek veya herhangi bir konuda karar verebilmeniz için, oldukça karmaşık bir yapı ve bilgi bombardımanı içinde gerekli ve doğru bilgiye sahip olmanız gerekmektedir.

Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan devrim, “bilgi devrimi” olarak da anılan yeni bir çağın başlamasını sağladı. Ünlü yazar Peter Drucker’a göre, bugün yağadığımız sayısal devrim, insanlık tarihindeki bilgi devrimlerinin dördüncüsü. İlki, bundan 5 – 6 bin yıl önce, Mezopotamya’da yazının bulunuşuydu. İkinci bilgi devrimi, MÖ 1300 yılında Çin’de ilk kitabın yazılmasıydı. Üçüncü bilgi devrimiyse, 1450 yılında matbaanın bulunuşundan sonra gerçekleşti. Bu devrimlerin hepsinin de, o günkü içeriklerinin çok ötesinde ve yüzyılların akışını değiştiren etkileri oldu.

Bugün bilgi, üretim ve hizmet sektörlerinin en önemli etkenlerinden biri durumunda ve önemi gittikçe de artıyor. Bilgi, uluslararası düzeyde işgücü dağılımını etkiliyor, ekonomilerin ve firmaların rekabet gücünü belirliyor, yeni gelişme modelleri üretiyor ve tüm bunlar olurken de, yeni ürünler, yeni meslekler ve yeni yaşam biçimleri ortaya çıkıp yayılıyor. Bilginin ve bilgi teknolojilerinin toplumsal, kültürel ve ekonomik alanlarda en önemli etkenler olduğu yeni bir dönem başlıyor. Küreselleşme sürecinde, dünya ekonomisinin, gittikçe daha fazla bağlantının kurulduğu bir ağ olarak biçimlendiğini görüyoruz; herkes herkesle iletişim kurabiliyor ve hiyerarşiler önemini yitiriyor.

Bilgi toplumuna erişebilmek için, ülkelerin, devlet yönetimi, özel sektör ve sivil toplumun üçlü bir ortaklık içinde, toplumun tüm katmanlarına yayılmış, yeni düşüncelere açık, yeni bir kültürün ve yeni bir çerçevenin yeşermesine öncülük etmesi gerekiyor.

Bilimsel düşünceyi özümseyip bir hayat tarzı olarak yaşayamayan toplumlar; üretimde, ticarette, hizmetlerin kalitesinde ve fertlerinin refah seviyesinin artırılmasında rekabet üstünlüğünü elde edememektedirler.

Günümüz dünyasında, bazı ülkeler bilgi toplumu oluşturma çabası içerisinde olurken, bazı ülkeler sanayileşmeyi, bazıları da tarım toplumundan sanayii toplumuna geçiş dönemini yaşamaktadırlar.

Ülkemizin araştırma-geliştirmeye (Ar-ge) GSMH’dan ayırdığı pay dünyaca kabul edilen eşik değerin çok altında bulunmaktadır.

Türkiye’de AR-GE harcamalarının GSYİH’ya oranı 2010 yılı itibariyle % 0,84 seviyesindeyken; söz konusu oranın dünya ortalaması % 2,1, OECD ortalaması % 2,3 olup, aynı oran Çin’de % 1,8 ve Brezilya’da % 1,2 seviyelerindedir.

Aynı şekilde, ihracatta yüksek teknoloji içeren ürünlerin payının dünya ortalaması % 17,3, OECD ortalaması % 16,5 olup, aynı oran Çin’de % 25,8, Brezilya’da % 9,7 iken; söz konusu oran Türkiye’de % 1,7 seviyesindedir.

Günümüz dünyasında rekabet gücü, yeni teknolojiler üretmek ve bu yeni teknolojileri hızla üretime dönüştürebilme yeteneğine dayanmaktadır. Uluslararası rekabette ucuz işçilik ve tabii kaynakların geleneksel metodlarla üretimine talep giderek azalmaktadır. Onun yerine bilgiye dayalı yeni endüstriler ikame olmaktadır. Hep söylediğim gibi, 1 yıl boyunca emek vererek ürettiğiniz buğdayın 3 tonu ile ancak 1 cep telefonu alabiliyorsunuz.

Çağın yakalanabilmesi için teknolojik gelişme ortamının sağlanması ve teknoloji üretebilir hale gelinmesinde devletin elinde bulunan araçları kararlı bir şekilde kullanması gerekmektedir. Araştırma-geliştirme faaliyetine ciddi teşviklerin sağlanması yanında, üniversite-sanayi işbirliğinin maksimum seviyeye çıkarılması gerekmektedir. Bu kapsamda, belli bölgelerde bilim ve teknoloji merkezleri kurularak bu merkezler devlet tarafından ciddi şekilde desteklenmelidir.

Bilime yapılan yatırım, ülkenin geleceği açısından en değerli yatırım haline gelmiştir. Hız kazanan teknolojik yenilikler; ekonomik, endüstriyel, politik, askeri alanlarda çok yeni uygulamalar getirmekte ve bu yeni teknolojiye sahip olan ülkelere büyük üstünlük sağlamaktadır.

Temel hedef, küresel bir bilgi ve enformasyon toplumu yaratmak; bilgi ve iletişim teknolojilerine erişebilen ve bunlarla bütünleşebilen yeni bir toplum yapısı oluşturmak olmalıdır. Bilgi toplumuna varma yarışına katılmayan ekonomiler ya da toplumlar, kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.

Türk ekonomisinin gelişim ve değişim süreci toplumda bilimsel düşünceyi bir hayat tarzı haline getirecek ve üretimde tüm sektörlerin ana eksenini bilim-teknoloji üretecek şekilde ele alınarak hiç bir fedakârlıktan kaçınmadan atılıma geçilmelidir.

Teknoloji tüketen bir toplumdan teknoloji üreten bir toplum yapısına geçmek zorundayız. Teknolojiye bakışımız her yıl cep telefonu, laptop değiştirmekten çok öteye geçmek zorundadır.

 

Hatip SORGUN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: Yönetici