Biz Bayramları Dolu Dolu ve Coşkulu Yaşardık

Çocukluğumuzu hatırlıyorum da iki bayramı da iple çekerdik. Çünkü sadece o bayramlarda bizlere yeni giysiler alınırdı ve sabaha kadar o aldığımız giysileri başucumuza kor ve öyle uyurduk. O yeni elbiselerimizi giymek için sabahın gelmesini dört gözle bekler hatta çoğu zaman heyecanımızdan uyuyamazdık. Bazen uyanıp göz ucuyla yeni alınan şeylere hayran hayran bakardık. Bizler yoklukta bile sevinmesini bilirdik.

Ayakkabılarımızı ise iki bayramda da alma şansımız yoktu. Bir bayramda alır ve en az bir sene ayakkabılarımızı giyerdik. Hatta biraz da büyük alırdık ki ilerleyen aylarda ayaklarımızın büyüme ihtimaline karşı ayakkabılarımız rahat olsun.

Bol bedenli giysilerimiz ve büyük numaralı ayakkabılarımız ile de çok mutlu idik biz.

Büyük bedenli elbise almaktan ilerleyen yaşlarımda da çok zor vazgeçmiştim. Hatırladıkça hala gülerim, sanki belli bir yaştan sonra büyüyecektim de…

O zamanlar koca koca siniler ile annelerimiz baklavalar yaparlardı, bizlerde o baklavaları başımızda taşıyarak fırınlara götürürdük. Kuyrukta saatlerce beklerdik. Mahalledeki tüm arkadaşlarda aynısını yaptığı için koyu sohbetler, oyunlar ile zamanımızı doldurur tekrar pişen baklava sinilerini evlerimize götürürdük.

Zor olsa da früktoz şuruplu baklavalar yerine evde yapılan baklavaları yerdik, “bu işlenmiş baklavaları yemeyin, içinde früktoz şurubu var” diye kimse tarafından uyarılmazdık. Şeker pancarından yapılan bol şeker şuruplu baklavalar itina ile yenirdi.

Para veren akrabalarımızı ilk ziyaret sırasına koyardık, bayram harçlıklarımız da çok bereketli idi hani. Bir yıl boyunca bizlere yeterdi.

Dedelerimiz ve ninelerimizin ellerini öpmek, onlara sımsıkı sarılmak, bizleri çok heyecanlandırırdı. Onlar baba ve anne kokarlardı. Onlarda rahmet ve şefkat görürdük.

Keşke şimdi onları tekrar görebilseydim, ellerini öpebilseydim ve dizlerinde yatabilseydim… Neler vermezdim ki?

Farklı illerden yatılı misafirlerimiz, akrabalarımız gelirdi. Sabahlara kadar bahçede sohbetler edilir, eskiler yâd edilir, kahkahalar sokaklara taşardı.

Karşı komşumuz bizlerin gülüşüne öyle imrenirmiş ki, bir seferinde kardeşime “siz gülünce ve seslerinizi duyunca biz de ne olduğunu bilmeden gülerdik” demiş. Bunu hiç unutmuyorum.

Bizler harbiden gülerdik, biz güldükçe güller açılır, hayattan lezzet alırdık…

Bizler fedakâr insanlardık; gelen misafirlerimize ikramda sınır tanımaz, hatta giderken de otobüs biletlerini almaya kalkışırdık.

Kurbanımızı, kasabımız ile birlikte kendimiz keserdik, parçala ayırır ve üç hisseye bölerdik. Her evden kurban eti kokusu yayılırdı.

Kendi evimizde et pişmeden fakirlerin payları çoktan gönderilirdi. Önce onların mutfağından kokular yayılırdı…

Bizim çocukluğumuz işte böyle idi ve böyle yetiştik.

Bayramlarımızı dolu dolu ve coşkulu yaşardık.

Ya şimdi?

Evlerimiz bayramlarda bile bomboş, misafirliği unutmaya başlamışız, insanlar yazlıklarına ya da tatil beldelerine gitmişler. Sosyal medya hesaplarından tatil beldesinde sahil kenarında resimlerini çekip bayramlarımızı mesajlar ile kutluyorlar…

Yazık!

Bırakın büyüklerin bayramlarını ziyaret edip ellerini öpmeyi, sadece mesajlar ile kuru kuru kutlanmaya başlanmış, telefon açma zahmetine bile katlanamıyor olmuşuz…

Hadi bu bayram da zincirlerimizi kıralım, ilk kapı komşumuzdan bayram ziyaretine başlayalım, eski adetlerimizi canlandıralım. Mesaj göndermek yerine uzaktaki eş ve dostlarımızın seslerini duyalım bu bayramda. Telefon rehberimizi kurcalayıp tüm tanıdıklarımızı sesli arayalım.

Çocuklarımıza iyi bir örnek olmaz isek, bizden sonraki neslin nasıl bir bayram kutlayacağını düşünmek bile istemiyorum.

 

Prof. Dr. Hamdi Temel

 

 

Author: Yönetici