Bu Bayram da Gelemedim

Bayram kelimesini duyduğumuz zaman içimiz bir hoş oluyor, bayramı beklemek; küçük büyük fark etmiyor aslında, bir heyecan veriyor…

Küçüklüğümü hatırlıyorum da, rahmetli babam senede iki defa güzel ve şık kıyafetler alırdı, iki bayramda da… O yüzden bayramın gelmesini çok isterdim. Hele para veren amcalar yok mu, onlar benim için her zaman öncelikli idiler. Çok küçük para da olsa bayramın bir simgesi idi paralar, tabi ki bir de şekerler. Sahi, hatırımda onlar kalmış hiç unutamadığım, birde o gül kokulu şerbetler, tabi ki bazı evlerde ikram edilen, iki bisküvi arasına koyulan lokumları da unutmak mümkün değil. Bayram namazına annem en az bir saat önceden uyandırırdı; “Oğlum hadi kalkın, erkenden gidin ön saflara yerleşin” derdi.

Bayram namazından sonra imamın halka oluşturacak şekilde bayramlaşma merasimi de müthiş bir şeydi. Küçücük ellerimle büyüklerin ellerini sıkmak bana acayip bir zevk veriyordu, sanki büyümüştüm veya değerli hissediyordum kendimi. Hiç tanımadığım veya çok iyi tanıdığım insanlar ile bayramlaşmak, onlar ile değişik açılardan sohbet etmek, akrabalarımı yılda iki kez bile olsa ziyaret edip hal ve hatırlarını sormak, derslerimin arasında bir nefes almak gibi idi.

Bayramlar aslında hayatımızın sadece işten veya yemek içmekten ibaret olmadığını da anlatıyor. Diyor ki; senin bir çevren var, ailen var, akrabaların eşin dostun var.

Bazen kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki yoğun hayata, kendi ailemizi bile unutuveriyoruz. Çocuklarımıza zaman ayıramıyoruz, eşimiz çok önemli bir şey söyleyecek olsa, sonra konuşalım, çok yorgunum diye kestirip de atabiliyoruz. Bu sorular uzayıp gidiyor; yarınlara garantimiz varmış gibi…

İşte tam burada bayramlar imdadımıza yetişiyor, diyor ki; “senin ailen var, çevren, arkadaşların var, yoğunluktan hiç hatırını soramadığın annen ve baban var, sen de bir zamanlar çocuktun, el öpmek için büyüklerini kollardın ve yarın sen de yaşlanacaksın ve seni soran insanları bekleyeceksin”. Böylece bir silkeleneceğiz, “Ya ne oluyor?” diyeceğiz, belki de bir hesap soracağız kendi kendimize, çeki düzen vereceğiz…

Ya da bunları hiç düşünmeden bir tatil beldesine gidip cep telefonunu da kapatıp, sadece yiyip içip gazetemizi okuyacağız… Yarınımızı düşünmeyerek…

Her iki bayram da fakirleri düşünme ayı, Ramazan Bayramında zekât ve fitrelerinizi veriyorsunuz, Kurban Bayramında ise yılda bir sefer mutfaklarına girecek olan etlerinizi fakirlere dağıtıveriyorsunuz. Tabi bu arada kurban kesme ile ahkâm kesenler de var; “ne gerek var” diyenler ya da “katliama dur deyin” diyenler. Bunlar ya medyatik olma peşindeler, ya da fakirin ne halde olduğunu bilmiyorlar. Belki de gerçekten kurban bayramının sosyal boyutunu anlayamıyorlar veya anlamak istemiyorlar…

Keşke her bayramda küçüklüğümde yaşadığım gibi dedemin evine gitse idim. Bütün akrabalarımla bayramlaşıp, kurbanımı kesseydim, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpseydim.  Kurbanımı en yakınlarımdan başlayarak dağıtsaydım.  En yakın akrabalarıma, yakın dostlarıma: “Sizi unutmadım, bakın birlikteyiz, evinizdeyim, bir çayınızı içmeye geldim” deseydim. Bunu yapanlar ne kadar şanslı aslında değil mi?

Bayramda anne babasının elini öpenler! Ne kadar şanslı olduğunuzu tekrar tekrar düşünün. Elimizdeki değeri bilelim, mesajlaşmayı bırakıp direk telefon ile eşimizi dostumuzu arayıp hal hatır soralım…

Memleketlerimizde olmasalar bile, en yakın komşumuzdan başlayıp bayram ziyaretlerine gidelim, çocuklarımızı o şekilde yetiştirmeye çalışalım. Yoksa yarın biz de yaşlanacağız ve kapıdan onların gelmesini beklemek ile geçecek ömrümüz. Haksız mıyım?

Bu bayram da gelemedim anacığım, hakkını helal et! İyi bir evlat olamadığımı biliyorum ama seni çok seviyorum.

 

Prof. Dr. Hamdi Temel

 

Author: Yönetici