Değişim ve Kuşak Çatışması

Değişmeyen tek şey değişimdir. Yunan filozof Heraclitus’a ait olan bu sözün aslı tam olarak şöyledir: “Değişimden başka kalıcı olan hiçbir şey yoktur”. Değişim dediğimiz olgu elbette kendi başına gerçekleşmez. İnsanoğlu yeryüzünde değişimin hem müsebbibi hem de ondan en çok etkilenen varlıktır. Dünya insan eliyle büyük değişimler ve dönüşümler yaşamakta, bu döngü her gün kendini yenilerken insanoğlunu da yenilemekte ve dönüştürmektedir.

İnsanlık, tarih boyunca her alanda büyük icatlar ve keşifler yaparak birçok farklı medeniyet meydana getirmiştir. Bilim, teknoloji, felsefe, sanat, ticaret, insanlar ve uluslararası ilişkiler vb. araçlar sayesinde insanoğlu yaşadığı dünyayı geliştirip dönüştürürken, kaçınılmaz bir şekilde kendisi de değişmektedir.

İnsanoğlu, tabiatı gereği değişen şartlara uyum kabiliyetine sahip olduğu halde, her değişimi o kadar kolay kabullenememekte, bu süreç bazen çok sancılı olabilmektedir. Özellikle sosyal ve kültürel değişimlere karşı insan zihni genellikle daha fazla direnç gösterirken, bu alandaki değişimin kabullenilmesi daha uzun zaman almaktadır. Örneğin, yeni çıkmış bir elektrikli aleti hemen alırken, iş kültürel alandaki bir yeniliği/farklılığı benimseye geldiğinde daha temkinli ve kuşkucu oluruz. İnançların, geleneklerin, dünya görüşlerinin, alışkanlıkların, tutum ve davranışların değişmesi bu sebeple çok daha fazla zaman alır. Lakin yaşadığımız çağda bu alandaki değişimler de artık çok hızlı gerçekleşmeye başladı.

Teknoloji ve özellikle iletişim teknolojisindeki baş döndüren gelişmeler her alanda büyük ve hızlı değişimlere neden oluyor. İnsanoğlu değişimin baş aktörlüğünü artık teknolojiye bırakmak zorunda kaldı denebilir. Çünkü kendi eliyle ürettiği teknolojinin dönüştürücü gücü karşısında istese de direnemez bir noktaya geldi. Bu sahada neredeyse artık gündelik hale gelen yenilikler insanları güçlü bir akarsu gibi önüne katıp sürüklemekte. Nereye varacağını bilmediğimiz bir yolculukta hızla ilerlemekteyiz.

İletişim teknolojisi korkunç denecek bir hızda gelişirken, kişiler arası iletişim de paradoksal bir şekilde azalıyor. Her birey kendisine kapalı devre bir dünya kurup bir diğeriyle her geçen gün daha az iletişime geçiyor ve daha az şey paylaşıyor (sosyal medyadaki paylaşımları (!) kast etmiyorum elbette). Bunun neticesinde birbirimizi daha zor anlar hale geldiğimiz muhakkak. Her geçen gün daha belirginleşen toplumsal kamplaşma ve kutuplaşmalar da bu durumun doğal bir sonucu. Birbirini tanımadan birbirine düşman olan sanal cemaatler yaygınlaşmakta.

Toplumun mikro düzeydeki kesiti olan aile içinde de durum farklı değil. Büyükten küçüğe ailenin her bir ferdi aynı çatı altında birbirlerinden izole olmuş bir biçimde kendi korunaklı (!) küçük dünyalarında yaşamaktalar. Akıllı telefonların, tabletlerin, bilgisayarların ve televizyonların esareti altındaki küçük dünyalarında… Eskiden aile içi iletişim sorunlarının kaynağı olarak kuşak çatışması görülürdü. Artık kuşaklar birbirleriyle çatışacak kadar dahi birlikte zaman geçirmiyor (!)

***

Kuşak çatışması, başta sosyoloji olmak üzere sosyal bilimlerin ilgilendiği, anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığı temel sorunlardan biri olagelmiştir. Kuşak çatışması derken öncelikle kuşak kavramından ne kast ettiğimize ve ne anladığımıza bakmakta fayda var. Geleneksel manada, biz bir kuşağı temsil ediyorsak, babalarımız bizden bir önceki kuşağı, dedelerimiz de onlardan önceki kuşağı temsil eder. Çocuklarımız ise bizden sonraki kuşağı… Lakin sosyolojik bakış açısıyla meseleyi anlamaya çalışırsak kuşak kavramı görecelidir. Değişimin daha ağır seyrettiği, toplumların dışa kapalı olduğu, farklı insan toplulukları ve kültürlerle daha az temas kurdukları çağlardaki kuşak algısıyla günümüzdeki kuşak algısı bir olmasa gerek. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız değişim olgusu nedeniyle her bir birey farklı bir dünyaya doğmakta. Bu nedenle kuşak geçişlerini tanımlamak neredeyse imkânsız hale geldi. Bundan 50 yıl önce bir kuşak 25 yıllık bir zaman zarfını temsil ediyorsa, bugün bu süre belki de 5 yıla inmiştir, yarın kim bilir ne olur?

Kuşak çatışması, sosyo-kültürel değişimle izah edilebileceği gibi, bireyin yaşam boyu değişen roller üstlenmesi, önceliklerinin değişmesi ve bunlara bağlı olarak farklı pozisyonlar almak zorunda kalmasıyla da izah edilebilir. Yani, bireyin dünya görüşü değişmese bile hayatın değişik safhalarında aile ve toplum içerisinde üstlendiği roller ve almış olduğu sorumluluklar onu farklı tutum ve davranışlar sergilemeye mecbur bırakabilir. Çocukken aile ve toplum içerisinde daha az sorumluluk sahibiyizdir. Bunun yanında önceliklerimiz de farklıdır. Oyun, eğlence, dış dünyayı ve yeni şeyleri keşfetme arzusu, akranlarla daha çok zaman geçirerek sosyalleşme ihtiyacı vb. daha ön plandayken; evlenip bir yuva kurup, çocuk sahibi olduğumuzda ise ailenin maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamak, çocukların güvenli bir ortamda yetişmesini ve iyi bir eğitim almalarını sağlamak gibi sorumluluklar ister istemez üzerimize biner. Çocukken, ebeveynlerimizin özgürlük alanımızı mümkün olduğunca geniş bırakmasını, her tavır ve davranışımızı ya da isteklerimizi anlayışla ve empatiyle karşılamalarını beklerken; ebeveyn rolü üstlendiğimizde, tüm bunları unutarak çocuklarımıza karşı (onların iyiliği adına) daha tutucu, daha korumacı, özgürlük alanlarını kısıtlayıcı ve çoğu zaman empatiden uzak hareket edebilmekteyiz.

Kısacası, çocukken ve gençken yeniliklere ve değişime çok daha açıkken ve de bireysel özgürlüğümüzü önemserken; aile sahibi yetişkin bir birey olarak, daha tutucu ve daha otoriter bir tutum sergileyebiliriz. Bu durum, dünya görüşümüzün ya da kişiliğimizin değiştiği anlamına gelmemelidir. Diğer taraftan, bu demek değil ki, tüm bireyler çocukken/gençken yenilikçi, büyüdüğünde tutucu olur. Kişilik özelliklerimiz, yetişme/yetiştirilme tarzımız, dünya görüşümüz ve sosyo-kültürel aidiyetlerimiz; özetle bizi biz yapan değerler, hayatın akışı içerisinde almış olduğumuz sorumluluklar ve üstlendiğimiz rollerden bağımsız olarak, benzer durumlarda diğer bireylerden farklı tutum ve davranışlar sergilememize ve farklı kararlar vermemize mutlaka etki eder.

Sonuç olarak, sürece etki eden tüm faktörleri göz önüne aldığımızda kuşak çatışması olarak tarif ettiğimiz olgunun hayatın döngüsü içerisinde yaşanılması kaçınılmazdır. Önemli olan bu süreci doğru yönetebilmektir.

 

Abdullah ALPAYDIN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: sevare