Ermeni İsyanı Günlüğü / Orhan Sakin

Kitabın adı: Ermeni İsyanı Günlüğü 1915

Kitabın kaynağı: Osmanlı arşivleri, yeminli tanık ifadeleri

Yazarı: Orhan SAKİN

Kitap, 326 sayfadan oluşmaktadır.

Avrupalılar, Ayestefanos Antlaşması ve Berlin Konferansı ile Sırplar, Yunanlılar, Bulgarlar için bağımsız devlet olma fırsatı vermişti. Ermeni toplumuna ise -Ermeni nüfusunun Türk nüfusa oranla daha az olmasından dolay- henüz bağımsız olma imkanını vermemişlerdi. Fakat Ermenilere hep şu nasihati yapmışlardı: “Çalışın, çalışın.”

Ermeniler de bağımsızlık adına gerçekten çalışmış ve vahşice planlar yapmışlardı. Hınçak çeteleri doğudaki Türk ve Kürt Müslümanları öldürüp, daha sonra dağlara çekiliyordu. Bunun üzerine intikam almak isteyen Müslüman halk da Ermeni köylerine hücum ediyor, bu sayede Hıristiyan âlemini harekete geçirip Anadolu’yu işgal ettirmeyi planlıyorlardı. Ermeniler, ancak bu sayede Anadolu’da bir devlet kurabileceklerdi.

1893’den 1897’ye kadar Anadolu’da Ermeniler isyan çıkarıp kan dökmüşlerdi. 1897’de desteksiz kalan eylemcilerin isyanı bitmişti. 1897’den itibaren, mücadele siyasi bir mücadele şekline dönüştü. Siyasi propagandaların gayesi batıya Osmanlı’yı kötülemekti. Bu kötülemekten en çok nasibini alan Abdülhamit Han’dı. Onu Kızıl Sultan diye adlandırmışlardı.

1908’e kadar döneminde bir karış toprak dahi kaybetmeyen Abdülhamit Han Kızıl Sultan diye adlandırılıyordu. 1908’ de 2. Meşrutiyetin ilanıyla farklı görüşteki bütün muhalifler bir araya gelmiş ittifak yapmışlardı. İttifaklarına Ermeniler de katılmıştı. Sonra 31 Mart vakası karanlık eller tarafından organize edildi. 1909 yılında Sultan Abdülhamit tahttan indirildi. Mehmet Reşat padişah oldu. Bu ana kadar herkes Ermeni meselesinin çözüldüğünü zannediyordu. Fakat Ermeni meselesi yeniden başlamıştı. Ermeniler, Ayestefanos Antlaşması ve Berlin Konferansına dayanarak yıllarca baskı kurmuşlar, fakat isteklerini Abdülhamit Han’a kabul ettirememişlerdi. Kabul ettiremedikleri isteklerini, İttihat ve Terakki kabul etmişti.

Ve 1914 Dünya Savaşı başlıyor…

Belki bu sayede Ermeniler daha kısa yoldan bağımsız bir devlete ulaşacaklardı. 1 Kasım 1914′ te Ruslar sınırı geçmişler, savaş başlamıştı. İşgalcilerle birlikte, Ermeniler de sahneye çıkmışlardı. Meşrutiyetin ilanıyla gösterilen dostluk ve sadakatin yerini, artık isyankârlık ve katliam almıştı. Ermeniler Rusların emrinde gönüllü birlikler oluşturuyordu. Rusların 20 milyon nüfusu vardı. Acaba neden Ermenilere ihtiyaç duyuyorlardı. Çok iyi savaşçı olduklarından değildi elbette. Ruslar işgal süresince yolları, geçitleri iyi bilen, yerleşik Ermenilere ihtiyaç duyuyordu.

Ve Sarıkamış faciası…

Harbiye nazırı ve başkomutan vekili Enver Paşa bölgenin coğrafi zorluklarını, çetin kış şartlarını çok iyi biliyordu. Böyle bir harekâtın önündeki en büyük düşmandı bu durum. Üst rütbeli subaylar bunu daha ilk günden biliyorlardı. Fakat sonunun büyük bir felaket ile biteceğini tahmin etmiyorlardı. Sarıkamış harekâtının başarısız olmasında coğrafi şartların dışında, asıl sebep yönetim hatasıydı. Teğmenden kolordu komutanına kadar herkes görevini aksatıyordu. Millet nasıl parçalandıysa, ülke nasıl parçalandıysa orduda öyle parçalanmıştı. Başta Enver Paşa olmak üzere askere methiyeler dizerek, şehit olacaksın diyerek bu felaketi örtmeye çalışıyorlardı. Sarıkamış’ta asıl felaketlerden biri de ölenlerin dışında esir düşen ve kaybolan askerlerdi. Bir daha bunların akıbetlerinden haber alınamamıştı.

Yüzyıllardır milleti sadıka olan Ermeniler, batının oyununa gelmiş, bozulan ilişkiler Meşrutiyetle biraz düzelir gibi olmuş fakat dünya savaşıyla birlikte akıl dışı hayallerle kandırılan Ermeniler artık düşman olmuştu. Aslında Ermenilerin düşmanlığının arkasında gizli el hem Ruslar hem de batılı devletler olmuştu. Ermeniler artık isyan için hazırlıklara başlamışlardı. Ermeniler sürekli kışkırtılıyor, devletin askerine, amirine veya memuruna sürekli pusu kurup duruyorlardı.

1915’in Mart’ında Ermenileri ikna çabalarına başlandı. Ermeni önderleri ve başpiskopos makama çağırılıp uyarılmıştı. “Bu eylemler durdurulmazsa hükümet duruma el koyacak; diye uyarıldılar. Fakat Ermeniler gizliden gizliye büyük isyanı planlıyordu. Bu plan hükümet tarafından öğrenilmiş, bu yüzden isyan planlananın öncesinde yapılmıştı ve büyük bir katliamın önüne geçilmişti. 1915 Mayıs’ında bütün cephelerde Ruslar ve müttefikleri koordineli bir şekilde saldırıyorlardı. Bu olaylardan sonra isyan çıkaran Ermeniler Rusların Müslümanlara yaptığı gibi topluca Rusya’ya tehcir edilecek, yahut ülkenin iç kısımlarına gönderilecekti. Dâhiliye Nazırı Talat Bey iç güvenliği sağlayan polis ve jandarmanın cephede çatışması sebebiyle isyanların bastırılmasını milis kuvvetleriyle yapacaktı. Bunun çok kötü bir sonuç doğurmasından da korkuyordu. 6 Mayıs 1915’de gizli bir şifreyle Maraş mutasarrıfına, isyan eden Zeytunlular ihraç edilsin bilgisi geldi. Ruslar da artık Ermenileri kontrol edemiyordu. Genelde olaylar Ruslarla savaşın olduğu doğu cephesindeki Erzurum, Van, Muş, Bitlis, Erzincan ve Trabzon’un güney bölgesi olan Zeytun bölgesiydi. Bu bölgede nüfusun üçte biri Ermeni idi. 26 Mayıs 1915’te Türk milletine acımasızca saldıran Ermeniler için tehcir kararı alınıyordu. Karar Haziran 1915’te Takvim-i Vekayi’de yayınlanarak yürürlüğe girmişti. “Aslında tehcir kanunu diye ünlenen konu savaş zamanı hükümete karşı gelecekler için uygulanacak askeri tedbirler hakkındaki geçici kanundu.” Haziran 1915’te ilk tehcire 25 bin Ermeni’nin yaşadığı Erzurum’dan başlamıştı. Aslında Erzurum sınırındaki birçok Ermeni de savaşın başlamasından hemen sonra Rusya’ya göç etmişti. Hatta Amerika kıtasına bile göç edenler vardı. 21 Haziran 1915’te tehcir daha da genişlemişti. Trabzon, Merzifon, Sivas, Samsun, Elazığ gibi bölgelerin Ermenilerinin Musul vilayetine yerleştirilmesine karar verilmişti. Temmuz 1915’te tehcirler hızlandı.

Rusların amacı doğudaki 200 bin Ermeni’yi, doğudaki Ermenistan’a göç ettirmekti. Çünkü hiçbir zaman büyük Ermenistan istemiyorlardı. Ruslar kendilerinin yönetebileceği bağımsız bir Ermenistan istiyordu. Çünkü Ermeniler, batı ile savaşan Türklerin, bu isyana kadar dostu olmuştu.

Almanlar, Fransızlar ve İngilizler de Irak’ı kalıcı olarak sahip olmak istedikleri için hele hele Bağdat demir yolu boyunca, Ermenileri yerleştirmek istiyorlardı. Çünkü Irak’ı işgal ettiklerinde oradaki petrollere sahip olmak için işgalcilerle iş birliği yapacak yerleşik nüfusa ihtiyaç vardı. Yoksa batılılar Irak’ta kalıcı olamazlardı.

1 Ağustos 1915 Ermeniler alabildikleri kadar eşyalarını katırlara yükleyip son kez hüzünle geri dönüp baka baka baba ocaklarını bırakıp göç yolunu tutuyorlardı. Türklerin acıklı hallerini şimdi onlar yaşıyordu. Göç yolunda uzun kuyruklar oluşturan bu insanlar, en kötü günlerini yaşıyorlardı. Bu ana kadar Van’da bağımsız Ermeni devleti kuruldu diye diğer illerdeki Ermeniler de Van’a gelmişti. Bu göç yolunda birçok aile karmaşada parçalanmış, birbirlerini kaybetmişlerdi. Yolculuğa dayanamayan birçok Ermeni de ölmüştü. Ermenilerin tehciri isyanın doğuda başlaması nedeniyle öncelikle doğudan başlamıştı.

21 Temmuz 1915 Yozgat.

18 Temmuz da tehcir emri geldi. 3 gün sonra da uygulanmaya başlandı. Asıl büyük grubun tehciri, 9 Ağustos günü başladı. Boğazlıyan kaymakamı Kemal Bey, jandarma komutanı ile birlikte verilen emri yerine getirmek için çalışıyordu. Sancağın genelinde 32 bin Ermeni yaşıyordu. Bunlardan 21 bin 206’sı tehcir ettirildi. Şehirde yerleşik olarak kalan nüfus ise 10 bin 916’ydı.

Ermenilerin tehcirinde hep Türkler suçlanmaktadır. Hâlbuki Rusya 200 bine yakın Ermeni’yi Rusya’ya tehcire zorlamıştı. Gitmek istemeyen Ermenileri tekrar Van bölgesine geri döneceksiniz diye kandırmıştı. Bu tehcir sırasında ölenlerin sayısı 40 bini bulmuştu. Batılılar da bu tehcire hep göz yummuşlardı. Çünkü bu tehcir batılıların da işine geliyordu.

Sonuç olarak kitap, 1915 yılında ve öncesinde milleti sadıka diye bilinen Ermenilerin neler yaptıklarını, kendileri çile çektiği gibi, Türk milletine de nasıl çile çektirdiklerini, koca bir imparatorluğun nasıl dağıldığını delilleriyle anlatmış. Gerçeklerin ortaya çıkmasında, Osmanlı Devleti arşivlerinin ne kadar değerli olduğunu anlıyoruz. Burada yazarın avantajı, bilginin kaynağının hemen içinde olmasıdır. Yazarımız Orhan Sakin bunu fırsata çevirmiş, bu kitap gibi daha birçok eser yazmıştır. İnşallah bu başarılarının devamı da gelir.

Nuri KAYA

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: sevare