Gün Doğumuna Mektup

Ey oğullarım Mehmet Akif ve Abdülhamit Han! Henüz çok gençsiniz hatta çocuksunuz. Bu satırları yazdığımda bende yaşlanmış ama genç sayılırım. Zira insan kırk yaşını geçince daha yaşlanmadığını hala genç olduğunu zannediyor. Ama işin aslı öyle değil. Gün ikindiyi geçti. Uslanmış, yorulmuş, yıpranmış ömrümün 43. senesinin Eylül ayında yazıyorum.

Ben geriye dönüp baktığımda varislerime elle tutulur gözle görülür çok şey bırakan, sıralı listeler bırakmış bir baba olmadığımı biliyorum. Ben de ancak babamdan aldığım şeyleri sizlere bırakabilirim.

Babam her seferinde sıkı sıkıya tembihlerdi ve “aman oğlum haram yeme, kimsenin malına, canına, ırzına namusuna göz dikme, fakirlikten yerinme, zengin olmak için başkasının başına basma. Merhametli ol. Yardımsever olduğunu sen bil, başkasına bildirme. İyilik göstere göstere yapılırsa iyilik olmaz. Asla zalim olma. Soyuna sopuna milletine yaraşır ol.” derdi.

Siz de oğullarım, zamanın hâkim doğruları ne olursa olsun babamın bana dediklerini ben de size diyorum. Asla “vicdanın, adaletin, ahlakın ve aklın ipini bırakmayın.”

Siz siz olun, büyük resmi görmeden, meselenin tamamına vakıf olmadan bir şeyler hakkında aklınıza, zekânıza güvenerek bir takım çıkarımlarda bulunup eksik ve yanlış kararlar almayın. Derinliğini bilmediğiniz sulara dalmayın.

Aklın gücü her daim gerekli, lâkin yeterli değildir.

Ey oğullarım! Her şeyi anlamaya, çözmeye, hâkim olmaya, yönetmeye kalkmayın. Bunu isterseniz öfkeden deliye dönmeyi, sinirden orta yerinizden çatlamayı göz alıyorsunuz demektir.

Bu ülke de, bu hayat da akılla fikirle tek başına anlaşılacak bir düzen değildir. Nice bilim insanları, ileri zekâlılar ve delibaş kimseler silahlarını kuşanıp gözlerinin gördüğü ve zihinlerinde yarattıkları şeylerle savaştılar da başa çıkamadılar.

İçinde yaşadığınız ülkenin görünen varlıkları on birimse görünmez varlıkları bin birimdir. Köylüsüne, fakirine, mazlumuna bakarsın fakr-u zaruret içerisinde, yüzünde tarihin kalın çizgileri, ellerinde taşlaşmış nasırlar olabilir. Sakın ha bu kimseleri hiçe saymayın.

Bir de giyimi, kuşamı, malı mülkü makamı olanlar vardır. İsmi cismi etkileyici olanlardan da sakın ha korkmayın!

Bu iki kesim arasında duracağınız yeri “vicdanınız, gönlünüz ve aklınız belirleyecektir. Kader size içinde taşıdıklarınıza uygun senaryoyu zaten hazırlamıştır. Siz yaratanın verdiği ömrü icra ederken “ahlak ve adalet”i elden bırakmayın yeter.

İlim-bilim öğrenmek işinizin başı olsun. Öğrenmek için attığınız her adımda feraseti aramayı unutmayın. Feraset bilginin kontrol mekanizmasıdır. İrfan olmazsa bilgi mutasyona uğrayıp başka bir şeye dönebilir, masumane topladığınız bilgiler acımasız şeyler yapan canavara dönüşmesin.

Güven ancak ve sadece Allah’adır. Ondan gayrısı gelip geçici ve sahici değildir.

Donanımlarına güvenen, arkasındaki güçlü isimlere yaslanan, servet ve kudret sahibi çokları zelil oldu gitti.

Ey oğullarım! Siz siz olun çağı kuşanın. Güncel hakikatlerden geri durmayın. Asalet eskide değil, eskimeyen ahlak ve adalettedir.

Zaman kendi içerisinde akıp giderken, gündüz ve gecenin devinimiyle izah eder kendini…

Kimi milletler, medeniyetler, inançlar yükselip insanlık üzerinde hâkimiyet kurarken, kimileri hazırlık yapar, kendi gün doğumunu bekler. Kimilerinde gün batıma geçmiş, hava kararmaya başlamıştır bile…

Ey oğullarım! Tarihin yazdıklarına takılmayın. Tarih, olanı değil, “olması gerekeni” kaydetmekle meşhurdur. Siz tarihin içinde ne sakladığına değil, tarihe ne kaydettirmek istediğinizle ilgilenin.

Ömrünüzde ve ülkenizde hakikatler sükût etmiş, hakkınıza suikast edilmişse zaman gecenin koynunda demektir. Korkmayın! Gün elbet doğacaktır.

Zaman olur dara düşer, çok sıkılırsanız Kur’an’ı açın. Asr suresini okumayı ihmal etmeyin.

Hakikatin bu yüzyıldaki en yaman hasmı, dünyanın yeni düzenini oluşturanların kin ve nefretidir. Ben yaşarken dünyaya çeteler hakimdi. Hala o çeteler hükümran ve evrensel kamuoyuna hitap ediyor, ahkâm kesiyor, insanı insana kırdırarak düzenlerini devam ettiriyorlardır. İnsanlık mazlum duruma düşmüştür, sizin ayağa kalkmanız şarttır.

Ey oğullarım! Siz Müslümansınız, Türksünüz. Bu coğrafyanın çocuğusunuz. Sakın ha 21. yüzyılın şen şakrak ahkâmına ve sahici olmayan cakasına aldanmayın. Kanınızın ve kalbinizin görevini yerine getirin. Nice dev milletler hâkim güçlerin, batının, siyonizmin kurbanı oldu. Maddi vatanınıza ve manevi vatanınıza sahip çıkın. Mazlum olan tüm insanların yolunuzu gözlediğini asla unutmayın.

Gözünüzün gördüğü varlıklarımızın dışında yeryüzüne ektiğimiz merhamet tohumlarından nice sevgiler hasat bekler. Memleketinizin yumuşak gücünü iyi belleyin. Yeryüzünde milyonlarca insanın sizinle beraber olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

Size dayatılan, medyadan, internet salgınlarından, bilimsel bilgilerden, üretilmiş sistemlerden, sahte tanrılardan, tanrılaşmış ahkâmlardan, yüksek perdeden konuşanlardan, kanından ve dininden olmayanlardan ne korkun, ne de medet umun!

Onlar adına konuşan her şey ve herkes kendi fikirlerini değil, ellerine tutuşturulan kâğıtları okurlar. Düşünce sistemlerini kim kurmuşsa onun belirlediği zihniyet doğrultusunda ürün vermesiyle ayakta kalan beslemelere aldırmayın!

Ey oğullarım! Sizler de bir gün baba olacaksınız. Lazımı, elzemi daha yakından öğreneceksiniz. Umumiyet içerisindeki iyileri ve kötüleri ayırt etmesini tez öğrenmelisiniz. Hiç bir şey bilmiyorsanız işin sonunda kim kazanıyor ona bakınız. Mal, mülk, kılık kıyafet, itibar, toplantılar, paneller göz kamaştırır. Sıkılmış yumruklar, keskin bakışlar, konserler, mitingler gönül çeler. Havalı ve hareketli şeylerin kendi gerçeklerini örttüğünü de aklınızdan çıkartmayın.

Akranlarınızın yaşantısına ille de uymak zorunda değilsiniz. Genelde kabul gören ahkâma saygılı bir mesafede durmanız yeterlidir. Haktan ayrılmayıp, gerçeklerden kopmadığınız sürece ömrünüz bereketli olur. Her kuş kendi cinsiyle uçar. Akranıyla uçmayan kuş, semada hu çeker derler. Siz de gönül ve kan kardeşlerinizi, din kardeşlerinizi, istikameti yolunuzla örtüşenleri yoldaş edinin. Kankalarınızı seçerken ifrat ve tefritten, aşırı uçlardan, marjinal davranışlardan sakının ki hesabını yapamadığınız sonuçlara maruz kalmayasınız.

Ancak ilim ve irfanda hak ve adaletin tecellisinde sınırlarınızı zorlayın. Zorlayın ki, kabul coğrafyanızın yüzölçümünü bilin.

Ey oğullarım! Bu yazıyı kaleme aldığımda gerçek şu ki size bıraktığım hiçbir şeyim yok! Ne gölgesinde dinlenip nefes alacağınız yüksek itibar, ne de bozdurup bozdurup harcayacağınız maddi varlıklar. Bir tek elle tutulur kitaplarım var. Onlara iyi bakın! Her birinin üzerinde nerede ve ne zaman aldığım yazar. İçlerinde ihmal edip okumadıklarım var, ama siz ihmal etmeyin okuyun. Sakın ola ki, kitapları kendi düşüncelerini doğrulatmak için okuyanlardan olmayasınız. Okumak gece yolculuğuna benzer, Kelimeleri karayollarının karanlık asfaltlarında iki yanlarını işaretlemek için yerleştirdiği fosforlu çizgiler gibi düşünün. Fosforlu çizgilerin kendilerine ait güç kaynakları yoktur. Kitap sayfalarındaki kavramlar yol çizgileri gibidir. Onların parlayabilmeleri için far ışıklarının üzerlerine düşmesi, onları aydınlatması gerekir. Bir bakışınız varsa tüm çizgiler, tüm kitaplardaki tüm satırlar size yolunuzu gösterir. Far gözünüzün feridir. Siz bakmaktan vazgeçtiğinizde yol gece karanlığında yok olup gidecektir.

Bilgiçlik taslamak için asla okumayın! Ama, bilgelik için okumaktan hiç vazgeçmeyin. Gözünüzün ve gönlünüzün feriyle aydınlanan kitaplardaki kelimeler, yolunuzun işaretçisi olmakla memurdurlar. Kelimeleri aydınlatan bakış açınızdır. Değilse çok ağırdırlar. Boşuna omuzlamayın!

İsimlerinizi bilerek ve isteyerek koydum. Mehmet Akif! Senin adını büyükbaban koydu. Çok sevdik. İlim irfan sahibi, din ve iman ehli, içli vatan şairinin adı. Abdülhamit! Senin adını ben koydum. Siyaset dünyasının duayeni, irfan sahibi, adalet timsali ecdadımızın asil sultanı cennet mekân padişahın adıdır.

Adlarınızla hemhal olursunuz inşallah.

Coğrafya kaderdir derler. Baksanıza İstanbul’da yaşayan taşralı bir adam geleceğe mektup yazıyor ve başından sonuna, satırlar boyu nasihat ediyor…

Çünkü korkularını ve umutlarını, sevgileri ve hayallerini coğrafyanın kaderi belirledi.

Ustasız büyümek güçtür oğullarım.

Ben hayatı, boyumu aşan dalgalardan öğrendim. Bilesiniz ki; bilerek ve isteyerek size haram yedirmedim. Çok hakkım yendi ama ben kimsenin hakkına tecavüz etmedim. Mazlum duruma düştüm, ama zalim olmadım. Sevmekten vazgeçmedim. Saydıklarımın çoğu hürmetimizi çabuk bozdurdu ama ben bozulmadım. Şeytanla aşık atmadım. Sadece yaradana teslim oldum. Çok sinirlendiğimde hep sustum. Önce kendimden, sonra istemeden yapacaklarımdan korktum.

O yüzden hiç öç almadım. Öç almayı da zaten sevmem. Affetmenin ruhta bıraktığı tadı sevdim.

Çok şey kaybettim ama merhametimi hiç kaybetmedim.

Kin ve nefretten nefret ettim. Kin tutmadım. El kadar kalbimde dünya kadar kini beslemektense dönüp gittim.

Geldiğim yerden hiç gitmedim.

İnsanın en güzeli mazlum olanıdır. Onlar için çalıştım, çırpındım, koşturdum, yoruldum.

İsimsiz, kimsesiz ve sahipsizlerin dili olmak için çok söz belledim.

Dünya işte… Sonsuzluğun kapısı. Bir kapı ne kadarsa o kadar!

Geldik ve gittik…

Anamı, babamı, ananızı, kardeşlerimi ve ailemi çok sevdim.

Sevmek doğuştan gelen bir şey değildir.

Sevmek öğrenilir.

Öğrendiğim iyi şeylerin ilk başında sevmek gelir!

Sizleri de çok sevdim. Hatta dünyada neyin olsa çok sevinirsin deselerdi? “Siz” derdim.

 

Aydın BARAN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

 

Author: sevare