İslam ve Kardeşlik

Kardeşlik ve kardeşlik hukuku (aileden gelen kardeşlikten ziyade daha geniş manasıyla toplumsal düzeyde kardeşlik olgusu) İslam inanç ve ahlak öğretisinin en temel unsurlarındandır. Aşağıdaki Hadis-i Şerifler bunun somut delilleridir.

“Sizden biri, kendisi için istediğini (Müslüman) kardeşi için de istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamaz.” (Buhari, İman, 7)

“İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz, aranızda sevgi ve muhabbeti ikame etmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” (Müslim, İman, 93)

“Mü’minler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” (Müslim, Birr, 66)

“Kim bir Müslüman’ın dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa, Allah da dünya ve ahirette onun işlerini kolaylaştırır. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah dünya ve ahirette onun ayıplarını örter. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da onun yardımında olur.” (Ebu Davud, Edeb, 60)

“Zandan sakının! Zira zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin sözlerine kulak kabartmayın. Birbirinizin özel hallerini araştırmayın. Birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize kin beslemeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!” (Müslim, Birr, 28)

“Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun! Bir Müslüman’ın din kardeşiyle üç günden fazla küs durması helal olmaz!” (Buhari, Edeb, 62)

“Size oruç, namaz, ve sadakadan daha faziletli olan şeyi bildireyim mi? İki kişinin arasını düzeltmektir. İki kişinin arasını bozmak ise (imanı) kökünden kazır.” (Ebu Davud, Edeb, 50)

“Müslüman kardeşini küçük görmesi kişiye kötülük olarak yeter.” (Ebu Davud, Edeb, 35)

Bu Hadis-i Şeriflerden anlaşılacağı üzere, İslam; Müslümanların birbilerini sevmelerini, birbirlerine iyilik yapmalarını, merhamet göstermelerini, birbirlerinin arasını düzeltmelerini, ayıplarını örtmelerini şart koşarken; kin, nefret, haset, zan, yalan, tecessüs, bozgunculuk, üstünlük yarışına girme, küçük görme gibi insanların arasını açan, birbirine karşı düşmanlaştıran, neticesinde toplumsal yapıyı bozan olumsuz tavır ve davranışları da yasaklıyor.

Yukarıdaki Hadis-i Şerifler açıkça ortaya koyuyor ki; Müslüman’ın Müslüman’ı sevmesi sadece ahlaki bir mevzu olmayıp imanın da şartlarından biridir. Birbirimizi sevmedikçe gerçek manasıyla iman etmiş sayılmayacağımız vurgusu çok çarpıcı ve üzerinde uzunca düşünülmesi gereken bir mesajdır. Yine, iki kişinin arasını düzeltmenin oruç ve namazdan daha faziletli olduğu ifade edilerek, İslam’ın ahlaki mesajlarını içselleştirip hayatımıza uygulamanın ibadet etmekten daha öncelikli olduğuna dikkat çekiliyor. Buradan elbette ibadetlerin önemsiz olduğu anlaşılmamalı. İslam, insan ve toplum yaşamını inanç, ahlak, ibadetler ve muamelat (bireyin diğer bireylerle ve toplumla ilişkisini düzenleyen hükümler) olmak üzere dört ana unsura göre tanzim eder. Lakin inanç ve ahlak unsurları diğerlerinin öncülü/ön şartıdır. Çünkü bu iki unsur zihni/kalbi düzeyde idrak ve içselleştirmeyi gerektirir. Buna karşın günümüz Müslümanlığı daha çok ibadetleri merkeze alan, bir anlamda dinin şekilçi tarafına önem veren bir anlayışı benimser olmuştur. İnanç ve ahlak esaslarının geri plana atılması din algısında ister istemez sapmalara ve bazı aşırılıkların yaygınlaşmasına yol açmış, İslam’ın temel mesajlarını perdeler hale gelmiştir. Bu anlayışın değişmesi ve İslam’ın sahih manada anlaşılıp yaşanması için fert fert tüm Müslümanlara görev düşmektedir.

Konuya dönecek olursak; yukarıdaki Hadis-i Şerifleri her bir Müslüman ömrü boyunca defalarca okuduğu ve duyduğu halde, maalesef çok azımız bir imani gereklilik ve hayat düsturu olarak benimseyip, hayatlarımıza tatbik etmekteyiz. Sadece kardeşlik konusunda değil, İslam’ın diğer inanç ve ahlak öğretilerine karşı Müslümanlar olarak göstermiş olduğumuz duyarsızlık, üzerinde çokça düşünme ve sorgulama gerektirir.

Bakara Suresi 44. Ayette “Siz Kitab’ı okuyup durduğunuz halde, kendinizi unutup başkalarına iyiliğimi mi emrediyorsunuz?” mealinde can alıcı bir soru sorulmakta. Burada Müslümanların (aslında tüm insanların) en önemli çıkmazlarından/çelişkilerinden birine dikkat çekiliyor. İnandığımız dinin emrettiği doğrultuda yaşamayı öncelikle kendi vazifemiz değil, karşımızdakinin vazifesi olarak görüyoruz. Böyle olunca, ayette bahsedilen iyilik ortada sahipsiz kalıyor. Kendimiz yapmadığımız halde başkalarına emrettiğimiz/tavsiye ettiğimiz şeylerin karşı tarafça benimsenmesi nasıl mümkün olabilir? Oysa birbirimize vereceğimiz en güzel öğüt yine kendi yaşantımızdır.

Diğer yandan, bunca açık emir/yasak, tavsiye ve öğüte rağmen gereğini yapmıyor, hatta neredeyse tam tersi yönde davranıyorsak inanç noktasında en hafifinden bir samimiyetsizlikten bahsetmek gerekmez mi? Kardeşliği bir imani gereklilik olarak şart koşan bir dinin mensuplarının bugün her fırsatta birbirlerinin kanını dökmelerini; ırk, mezhep, hizip, cemaat vb. farklılıklara bağlı aidiyetlerini din kardeşliği ortak paydasının önüne koyarak birbirlerinin sanki düşmanıymış gibi davranmalarını başka neyle izah edebiliriz?  Yüce kitabımız Kur’an- Kerim’in en bilinen, en çok okunan ayetlerinden birisi olan (Al’i İmran, 103) “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” ayetindeki açık emre rağmen oluyorsa tüm bunlar, neye yormalı?

Dinin öğretisini hayatımıza tatbik etmekte gösterdiğimiz samimiyetsizlik ve tutarsızlık, bu öğretiye karşı zihni/kalbi bir yabancılaşma doğurup bizi kaçınılmaz olarak “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” noktasına sürüklemez mi?

Biliyoruz ki İslam, sadece Müslümanların birbiri arasındaki hukuku tanzim etmekle kalmaz, Müslümanların gayrimüslimlerle olan ilişkilerine dair hükümler de koyar ve gayrimüslimlerin de haklarını korur. Sadece insanların değil hayvanların ve bitkilerin, kısaca tüm mahlukatın hukukunu gözetir. Nitekim, özellikle İslam medeniyetinin zirvede olduğu dönemlerde bunun sayısız örneğini görmek mümkündür. Gel gelelim, kendi kardeşinin hukukunu gözetmeyen, kendi kardeşini sevip merhamet etmeyen zamane Müslümanı, diğer insanların ve mahlukatın hukukunu nasıl gözetecek? Yunus Emre’nin “Yaratılanı severim, yaratandan ötürü.” sözünün hakkını verecek kaç Müslüman çıkar aramızdan acaba?

Son peygamberin, veda hutbesinde insanlığa verdiği son mesajda (burada bu mesajın muhatabının mü’minler ya da müslümanlar yerine insanlar olması çok manidardır) “Ey insanlar!  Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.” demesi; kim olduğumuzu nereden geldiğimiz hatırlatması boşuna değildi muhakkak. Şimdi kendimize soralım: Biz bu mesajdan ne anladık, ne kadar anladık?

 

Abdullah ALPAYDIN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

 

Author: Yönetici