Kitap İncelemesi: “İğdeler Sokağı” / Rauf Yücel

Emekli olduktan sonra edebiyata yoğunlaşan değerli hemşehrimiz/büyüğümüz Prof. Dr. Rauf Yücel bu alanda arka arkaya eserler vermeye devam ediyor. 2013-2017 yılları arasında “Sorgun’dan Çıktım Yola” adıyla yayınlanan üç ciltten oluşan anılarını, 2021 yılında ciddi bir emek ve özveri ürünü olan “Sorgun Kökenli Değerlerimiz” adlı özgün çalışması takip etmişti. Bu sene başında ise son çalışması olan “İğdeler Sokağı” adlı roman okuyucuyla buluştu. 

Yukarıdaki cümlelerden Rauf Yücel’in edebiyata ilgisinin emeklilik sonrası geliştiği anlaşılmasın. Onu tanıyanlar bilir ki emekli olmadan önce de bu alanda eserler vermekteydi. Yayınlanmış iki şiir kitabının yanında, 60’lı yıllarda kaleme aldığı, yıllar önce Bozok Yaylası adlı yerel bir dergide yayınlanan ve geçtiğimiz yıldan itibaren Sorgun Düşünce Kulübü web sitesinde “Saniş Hala’dan Mektuplar” başlığıyla tekrar yayınlanmaya başlanan öyküleri Rauf Hoca’nın edebiyata yirmili yaşlarından beri ilgisi ve kabiliyeti olduğunu ortaya koymaktadır.  

Yeri gelmişken, yöresel şiveyle kaleme alınan Saniş Hala’dan Mektuplar dizisi hem kullanılan dil hem öykü tekniği hem de dönemin Sorgun insanının kültür, gelenek, duygu ve zihin dünyasını çok güzel yansıtması açısından oldukça başarılı bulduğumu ifade etmek isterim. Rauf Hoca’nın bu erken dönem çalışmalarının hiç de çıraklık eseri gibi durmayan usta işi ürünler olduğunu belirtmeliyim. Her ay bir yenisini keyifle okuduğumuz bu öyküler dilimizde nostaljik bir tat bırakmaya devam ediyor. Rauf Hoca iyi ki bu öyküleri zamanında yazmış ve iyi ki bizimle paylaşma inceliği göstermiş. 

Rauf Yücel anılarını Sorgun’dan Çıktım Yola başlığıyla yayınlamıştı. 1950’li yılların sonlarında Sorgun’dan çıkmış olsa da gerek ortaya koyduğu eserler, gerekse onu tanıdığımız kadarıyla edindiğimiz izlenimler Rauf Hoca’nın zihnen, kalben Sorgun’dan hiç gitmediğini, hiç uzaklaşmadığını, gönlünün hep orada olduğunu gösteriyor bize. Sorgun Düşünce Kulübüyle kurduğu ve her geçen gün güçlenen bağ da oraya dair özlem ve sevgisinin bir tezahürüdür kim bilir… 

İğdeler Sokağı 

İğdeler Sokağı, yaklaşık 600 sayfalık hacimli bir roman olmasına rağmen bir çırpıda okunabilen akıcı bir dille yazılmış. Roman, Rauf Yücel’in Anılarından aşina olduğumuz bir dil ve üslupla yazılmış olmasından dolayı hiç yabancılık çektirmiyor. Anılarında yer yer başvurduğu kurgusallık denemeleri bu romanda artık ete kemiğe bürünmüş ve Rauf Hoca’nın üslubu iyiden iyiye oturmuş. Öyle ki, önceki kitaplarını okumuş olanlar, bu kitabı yazarını bilmeden okusalar bile Rauf Yücel’e ait olduğunu kolaylıkla fark edebilirler.  

Roman, Rauf Hoca’nın önceki eserlerinden alışık olduğumuz gibi, yöreye ve romanın geçtiği yıllara dair derin gözlemler, ayrıntılı tasvirler, tarihi bilgiler ve sosyokültürel analizler içeriyor. Eser özellikle kültür coğrafyası unsurları açısından oldukça zengin ve bu sahaya önemli katkı sunacaktır. Örneğin, aşağıda paylaşacağım pasajlardan ilki 1950’lerin Sorgun’unda çiftçiliğin ve hayvancılığın temel geçim kaynağı olduğunu gösterirken; sonraki pasaj ilerleyen dönemde belli başlı meslek ve zanaatların değişimin etkisiyle daha o zamanlardan nasıl yok olma sürecine girdiğine dikkat çekiyor ve kültürel dönüşümün de ipuçlarını veriyor:

“1950’li yılların içinde Sorgun halkının büyük çoğunluğu çiftçilikle uğraşırdı. Hemen her ailenin geçimine yetecek kadar bağı, bahçesi olurdu. Yerli halkın çarşı ve pazardan meyve, sebze almak gibi bir alışkanlığı yoktu. Bütün gıda tüketimlerini kendileri üretirdi. Hemen herkesin evinde malı, davarı, tavuğu, kazı, ördeği bulunurdu. Ancak memurlar ve dışardan gelenler bu gibi gereksinimlerini çarşı ve pazardan alırlardı. Eylül-Ekim aylarında en çok tüketilen meyve üzüm olurdu. Sorgun’un bağlarında üzümün sonu geldiğinde, bir sürede Şahmuratlı köyünün bağlarından çetenlerle getirilen üzümler satılırdı üzüm pazarında. Şahmuratlı’nın bağları, Kerkenes Dağının güney eteklerinde bulunduğu için üzümler soğuk vurmadan kar yağıncaya kadar dayanır ve bozulmadan kalabilirdi. O nedenle Sorgun halkı Kasım ayı boyunca Şahmuratlı üzümünü tüketirdi. Şahmuratlı köylüleri, üzümlerini Sorgun’a getirdikleri gibi, kağnılarla Yozgat üzüm pazarına da götürürlerdi. Yozgat kentinin üzüm ihtiyacı çoğu kez Delice Irmağı vadisindeki Karanlıkdere bağlarından karşılanırsa da erken olgunlaşan o bağların üzümleri, Kasım ayında çoktan tükenmiş olurdu.”

***

“Yöre insanının başlıca uğraş alanı çiftçilik olduğu için, Temmuz ayı yoğun olarak ırgatlık işleme ile geçmiş, Ağustos’ta ise harman zamanı başlamıştı. 1960‘ların başında bile rençberlik büyük ölçüde kol gücü ve hayvan gücü ile yapılıyordu. Çok zengin çiftçilerin dışında traktör henüz köylere girmemişti. Fakir çiftçiler hala ilk çağdan kalan öküz ve kağnıyı kullanıyor, toprağı karasabanlar işliyor, orta halliler at arabası ve pulluk kullanıyorlardı. O nedenle, bu gereçlerin yapımına ve bu hayvanlara hizmet veren zanaatkar esnafı, hâlâ kasaba ve şehirlerde icrayı sanat ediyorlardı. Demircilik, nalbantlık, arabacılık, saraçlık, düvencilik, semercilik gibi meslekler 1970’lerin sonlarına kadar azalarak da olsa varlıklarını sürdürmüşlerdi. Bunlardan demircilik dışında diğer zanaatlar, tarımın makineleşmesi ile devre dışı kalıyor ve giderek unutuluyordu. Demircilik sanatı ise eski klasik “sıcak demircilikten” kaynak makinelerinin kullanıldığı “soğuk demirciliğe” evriliyordu. Keza evlerde ve mutfaklarda kullanılan bakır eşyaların yerini alüminyum, plastik, emaye, porselen ve çelikten mamul kapların almasıyla bakırcılık, kalaycılık, lehimcilik gibi zanaat dalları da yavaş yavaş yok oluyordu. Bu dönüşüm; teknolojinin çok hızlı gelişmesi ile 1960’lardan sonraki 25-30 yıl gibi kısa sayılabilecek bir zaman dilimi içinde gerçekleşiyordu. Hakeza kaybolan geleneksel zanaat dalları bununla da kalmıyor, su değirmenciliği, hallaçlık, köşkerlik de ortadan kalkıyordu. Ayrıca, evlerde kullanılan pek çok araç gereç; halı kilim tezgahları, yün eğirme çıkrıkları, bulgur çeken el değirmenleri, yağ çıkarmaya yarayan yayıklar, turşu ve pekmez küpleri, gaz ocakları, gazyağı yakan seyyar fenerler, evlerin içini aydınlatan gazyağı lambaları gibi daha onlarcası artık devirlerini tamamlamış, tarih olmuşlardı. Gelecek kuşaklar, yüzlerce yıldan beri kullanılan bunlara benzer araç ve gereçleri artık ancak etnografya müzelerinde görebileceklerdi.”

Hikayeye gelecek olursak; yirminci yüzyılın ortalarında kaderleri bir şekilde Sorgun’da kesişen bir grup Anadolu insanının gündelik yaşamı, hayat mücadeleleri, gelenek ve görenekleri, aşkları, hayalleri, çatışmaları üzerinden ağırlıklı olarak dönemin Sorgun’u resmedilmiş. Roman elbette sadece Sorgun’da geçmiyor. Romanın baş karakterlerinden Kadir’in büyük dedesi Çolak Hamdi Bey’in Tokat’ta başlayıp trajik bir takım olaylar silsilesinin ardından Akdağmadeni’nin Muşallim köyüne yerleşmesiyle başlıyor aslında roman. Kadir’in lise okumak için gitmiş olduğu Yozgat, Almanya’ya işçi olarak giden Nazım’ın bir dönem yaşayıp çalıştığı Münih şehri ve Sorgun’un bazı köyleri romana konu olan diğer mekanlar… Sorgun’dan Çıktım Yola serisini okumuş olan okurlar bu mekanların bir kısmının Rauf Yücel’in de hayatında yer etmiş mekanlar olduğunu fark edeceklerdir. Rauf Yücel de ilk ve orta okulu Sorgun’da tamamladıktan sonra liseyi Yozgat’ta okumuş, doktora için de bir dönem Almanya’ya bulunmuştu.  

Öyle anlaşılıyor ki Rauf Yücel roman karakterleri üzerinden kendi geçmişine de bazı göndermeler yapmış. Romana konu olan dönemin de tesadüfen seçilmiş olmadığını düşünüyorum. Bu dönemler Rauf Yücel’in Sorgun ve Yozgat’ta geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarına tekabül ediyor. Romandaki detaylı anlatımlar da gösteriyor ki o döneme dair hafızası hala çok canlı ve o dönemlere dair büyük özlem duyuyor. Romandaki karakterlerin büyük çoğunluğunun iyi insanlar oluşu, aralarında nadiren olumsuzluk yaşanması, bir iki küçük gerilimin de tatlıya bağlanarak romanın mutlu sonla bitmesi, kasabanın münbit topraklarından bolluk/bereket fışkırması yazarın o dönemi ve o dönemin Sorgun’unu hep güzellikleriyle hatırlıyor olmasıyla ya da öyle hatırlamak istemesiyle alakalı olabilir.   

Bana göre romanı değerli kılan şey yukarıda da değindiğim gibi hikayesinden ziyade (buradan hikayeyi beğenmediğim ya da önemsiz gördüğüm anlamı çıkmasın) dönemin Sorgun’unu her yönüyle kayda alması ve günümüz okuruna o günden bugüne yaşanan değişimin boyutunu anlama ve karşılaştırma imkanı sunmasıdır. Eser, bu yönüyle bir edebi ürün olmanın ötesine geçerek; sosyal bilimlerin sosyoloji, kültür, tarih, coğrafya vb. alanlarında çalışanlar için de değerli bir içerik sunmaktadır. 

Son söz: İnsanın memleketine bir vefa borcu varsa Rauf Yücel’in ortaya koyduğu eserlerle bu borcu fazlasıyla ödediğini düşünüyorum. On yıla yaklaşan dostluğumuz sayesinde Rauf Hoca’nın disiplin, çalışkanlık, azim ve kararlık açısından örnek bir şahsiyet ve rol model olduğunu yakından müşahede etme imkanım oldu. Rauf Hoca’nın enerjisi hala yerinde ve yeni projeler üzerinde çalışıyor. Bugüne kadar yazdıkları şimdiden Sorgun ve yöre kültürü için çok değerli ve ayrıcalıklı bir yer edindi. Nasip olursa bundan sonra yazacaklarının da en az öncekiler kadar değerli olacağına inanıyor, kendisine sağlıklı ve mutlu bir ömür diliyorum.  

Abdullah ALPAYDIN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: yasin66
İsim: YASİN AĞAN