Kitap İncelemesi: “Toplumun Sacayakları” / Cihandar Arıkan

Markiz Yayıncılık tarafından 2006 yılında yayınlanan eser 248 sayfadan oluşmaktadır. Yazar Cihandar Arıkan kitaba ilişkin önsözünde,

“Bu kitabın adını, Toplumun Sayacakları diye isimlendirdim. Toplumun Sacayaklarını anlatırken de yaşanmış gerçek olaylardan yola çıktım. İstedim ki bu anlatı hayatın kendisi olsun. Gerçeği yakalamak adına, içerisinde ömür sürdüğüm kendi ailemden Türkiye’deki ailelere, kendi köyümden yurt genelindeki köylere, kendi köyümde yaşanan olaylardan yakın tarihimize, Köy Enstitüsündeki anılarımdan eğitim sürecine ve çevre olgusuna bir projektör tutmak istedim. Bu bakış açısındaki projektörle, günümüze geldiğimizde, Toplumun Sacayakları’nın uğradığı erozyonları, edindiği erdemleri dile getirmeyi amaçladım. Amacım, yaşama dediğimiz ömür sürecinin dikenli ve dikensiz yollarını fikri saplantılara kapılmadan, yansız biçimde gözler önüne serebilmek, gelecek kuşaklara ışık tutmaktır.” diyerek giriş yapıyor.

“Olayları hayal gücünde dayanmadan, kurgulanmış kahramanlar yaratmadan anlattım. Anlattıklarım hayatın gerçekleri idi. Bu gerçekleri göründüğünden fazla abartmadan, olduğu biçimde, duyduğum gibi, bilgilerime dayanarak ve kaynakların gösterdiği doğrultuda sergilemeye çalıştım.” cümleleriyle de kitaba nokta koyuyor.

Yazar aslında önsözünde de ifade ettiği gibi eserinde yöntem olarak tümevarım metodunu kullanmıştır. Ancak bunu öyle bir ustalıkla yapmış ki, eseri okuduğunuzda Salur’dan dünyaya açılan bir pencereye şahit oluyorsunuz. Eser aileyi, köyü, kültürel değerleri, eğitimi, tarihi olayları, çevreyi, kenti ve kent yaşamını, göçü sosyolojik bir tahlil ile ele alıyor. Bu sosyolojik tahlili orijinal kılan unsur ise yazarın iç dünyasını müthiş bir gerçeklikle esere yansıtmasıdır.

Yazar toplumun sacayakları olarak toplumsal yaşamın öğeleri olan aile, çevre ve eğitimi ele almaktadır. Aslında eğitim gerek aile boyutu, gerek çevre boyutu, gerekse yaşamın tüm öğeleri ile birlikte değerlendirildiğinde sacayağının en önemlisini oluşturmaktadır. 

Köye ilişkin kısımda önemli tespitlere yer veren yazar özellikle Avrupa Birliği’ne girmek için uyum sağlamaya çalışan Türkiye’de tarımla geçimini sağlayan ve kırsal kesimde yaşayan nüfusun azaltılması yönündeki politikaya dikkat çekmektedir. AB’ ne girişte uygulanması istenen bu politikanın aksine Türkiye’de tarımın kendi kendisine yetmesi gerektiğini ve tarımsal üretime ağırlık verilmesini, kırsal kesimin nüfusunun azaltılmasının kentlerde çok büyük çarpık yapılanmalara neden olacağını savunmaktadır. Zira korona salgınından geçtiğimiz bu günlerde tarımın ve tarımsal üretimin ne kadar kıymetli olduğunu tüm dünya toplumları yakından anlamıştır. Ayrıca korona virüs salgını ile küreselleşme olgusu yerini küyerelleşmeye yani tersine göçe bırakmıştır.  Yazarın gerek tarımsal üretime gerekse de kırsal nüfusun azaltılmasına bağlı oluşacak çarpık yapılaşmaya ilişkin görüşleri o kadar yerinde ve haklıdır ki bu husus ciddiyetle ele alınması gereken bir konudur.

Eserde Salur’un coğrafi yapısından, tarihine, ailelere, sülale lakaplarına (Hafızlar, Durangil, Deli Aligil, Şaraplıgil, Mahigil vb) , soyadlarına, iklimine, geçim kaynaklarına, tarımsal ve hayvansal ürünlerine (elma, armut, kaysı, erik, badem, ceviz, iğde, kuşburnu, arpa, çavdar, nohut, mercimek,, fasulye, şeker pancarı, pekmez, et, süt, yumurta) yer verilmektedir. Ancak yazar son zamanlarda köyden kente göç ile Salur’da nüfusun azaldığına, gerek tarımsal gerekse de hayvansal ürünlerde azalma olduğuna vurgu yapmaktadır. Aslında bu durum bugün ülkemizde diğer köylerin durumunun da bir fotoğrafı niteliğindedir.

Köye ilişkin etnik yapı değerlendirmesinde ise yazar Salur köyünde etnik yapının Sünni ve Alevi etnik gruplardan oluştuğunu bu grupların ayrım gözetmeden komşuluk ilişkisi çerçevesinde hayatlarını sürdürdüklerini, ufak tefek sürtüşmeler dışında hiçbir sorun yaşanmadığını ifade etmektedir. Bu husus çok önemli bir sosyolojik olguya ışık tutmaktadır. Aslında fitne ve fesat olmadığında aynı coğrafyanın sunduğu kaderin ortak nimetlerini paylaşan insanların birlikte ve beraberce hayat sürmelerinin ahengini görebilirsiniz Salur köyünde. Yazar Alevi ve Sünnilere ilişkin hususları ruhunda insani vicdan olan herkese haykırırcasına şu anlamlı ve manidar sözlerle özetlemektedir.

Türkiye’yi karıştırma amacındaki dış güçler ile aşırı fanatik iç mihraklar Alevi-Sünni çatışması yaratmak istediklerinde ve bu kesimleri körüklemeye gayret ettiklerinde o zaman yurt genelinde çıkan huzursuzlukların yansımalarından bizim köy halkı da belli oranda etkilenirdi. Elbette bu olaylar sadece bizim köyde değil yurt çapındaki tüm demokrat, uygar, kalbinde insan sevgisi olan, insana insan gibi değer veren kişi, kuruluş ve kesimlerde büyük huzursuzluklar, üzüntüler yaratmaktadır. Bunlar ulusal birliğin ne olduğunu bilmedikleri gibi, “yaratılanın canını, ancak yaratanın alabileceğini” bilmeyecek kadar da dini bilgilerden yoksun olanlardır. Zaman zaman dış güçler ve görünmeyen eller ulusal birliğimizi bölüp parçalama girişimlerinde Sağcı-Solcu, Alevi-Sünni, Türk-Kürt çatışması çıkarmaya çalışıyorlar. Rahat durmazlar. Kim bilir, bundan sonra neyi gündeme taşımaya çalışacaklar? Çünkü üç kıtanın kavşak noktasında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, diğer devletlerin işine gelmiyor da ondan.

Gerçekten de yazarın söylediği bu sözler çok önemlidir. İçerisinde insani vecibeleri barından, ülkesine ve milletine bağlı her insan için evrensel bir bakış açısı ile söz konusu çekişmelere yönelik ışık tutmuştur.

Yazar ayrıca köy odalarına, komşuluğa, akrabalığa,  kız isteme geleneklerine, düğünlere, bayramlara, köy eğlencelerine,  köy anlatım kültürüne ve eğitime değinmektedir. Bahsedilen tüm değerlerin yok olduğuna hep birlikte şahit oluyoruz.   Özellikle kültür ve eğitim alanında bugün ortaya çıkan yozlaşma dikkate alındığında eserin kıymeti daha da anlamlı hale gelmektedir.

Öğretmenlik hayatı, köyden ayrılışı, Sorgun’dan ayrılışı, İstanbul’a gelişi düzleminde yaşam hikâyesini bozkırdan denize yolculuk edercesine bir tutku ile yansıtmış eserine Cihandar Arıkan… Çevre, çevre bilinci, şehir, şehir kültürü, göç vb. olgular üzerinden toplumun diğer sacayağına yani çevreye vurgu yapmıştır.

Gerçek hayatta da eserlerinde de Yozgat ile bütünleşen ve Yozgat’tan, köyü Salur’dan beslenen bir yazar Cihandar Arıkan. Ancak bunu yaparken kırsalın rahatlığı ile kentin karmaşasını, gelenekselliğin güzelliği ile modernizmin sıradanlığını bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. Meğer ne çok şey var imiş Yozgat’a dair yaşanan ve yaşanması gereken diye iç geçiriyor insan. 

Cihandar Arıkan eserinde olayları tek boyutlu ele almadan, gelenekseli eğitim, bilim ve bilinç ile bütünleştiriyor. Kendisini Bozkır’a, Yozgat’a, Salur’a, eğitime adayan samimi, şehrine gönülden bağlı kıymetli yazarımıza topluma ve yakın tarihimize sunduğu katkı iççin teşekkür ediyor hayatında başarılar diliyorum.

Yazıma yazarımıza ait ve bu günün kırsalını betimleyen “Az Kaldı Köyüm İsimli” şiir ile son veriyorum.

Çomak Dağı, Kör Pınar, Kömüş Tepe,

Yeşillikler bürümüş sere serpe.

Ovasındaki tahıl, buğday, arpa,

Eken yok ki biçen az kaldı köyüm.

Kale tepesi ovaya bakıyor,

Kardelen, kekik, çiğdem kokuyor,

Balıklı garibim, hazin akıyor,

Sulaktaki sürü, az kaldı köyüm.

Oy oy dediler, seni uyuttular,

Hep birden şehrin yolunu tuttular,

Köylümüzü çoktandır unuttular,

Üreticiler, çok az kaldı köyüm.

Sivas Şosesi, Doğankent Pazarı,

Köylüme değdi siyaset nazarı,

Kalmadı nüfusu azalı azalı.

Göçtü gençleri, az kaldı köyüm.

Fatih ŞAHBAZ

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: Yönetici