Salim Taşçı Kimdir?

(Rauf Yücel’in “Sorgun Kökenli Değerlerimiz” adlı kitabından alıntıdır.)

Bu değerli hemşehrimize sordum, seni hangi kimliğinle belirtelim, hangi gruba dahil edelim diye, o, gazeteci olduğunu, bu grupta kalmasını tercih ettiğini söyledi.  Zira on parmağında on hüneri var bu sevgili kardeşimin. Futbolla başlayan spor hayatı var, gazeteciliği var, şair ve yazarlığı var, belediye başkanlığı var, iş adamlığı var, hem de “Türkiye Emlak Kıralı” unvanını alacak kadar.                                                                                                        

Sevgili Salim Taşcı bana ilettiği hayat hikayesini, ondan beklenen güzellikte, sıra dışı bir üslupla kaleme almış. Onun yaptıkları bir fenomendir zaten. Bırakın Sorgun ve Yozgat’ı, tüm ülke tanır onu. Biz kendisiyle her zaman gurur duyduk, hala da duyuyoruz.                                                                                                                              

Buyurun yaşam öyküsünü kendi kaleminden okuyalım şimdi:

“Soracaksan ahvalimi, bir yudumluk su içimi zamanı içerisinde anlatayım.                                  

1945 yılında Hanbaşı Mahallesi’nde, babamın ifadesine göre, Sorgun’u  sel bastığında, ablamın deyişine göre kargaların nohutları telef ettiğinde, ebem Noktalı’nın Ayşe’si ise, yaprakların dökümünde (sonbahar), Fadime Emem de Dıngıllı Mahmut’un yeni palto aldığında Kelapış’ın camuzunun doğurduğunda, doğduğumu söylerlerdi.

Halid oğlu Fatma’dan (Meryem) olma Salim Taşcı’yım. Mahallemizin emeleri, teyzeleri, ablaları “çakır gözlüm”, bazıları da “bodu gözlüm” diye severlerdi beni. Mahalleme gittiğimde şimdi bile çakır gözlerimden tanıyıp “ Vış anam gözleri aynen duruyor!”  diyenlere rastlıyorum.                                                                                                                

Çocukluğum yukardaki minval üzere başlamış, seneleri devirerek gelmişiz günümüze. Hayat üniversitesinde bir değil, onlarca doktora yapmadım dersem kalem küser, kağıt isyan eder. Herkesin bir hayali vardır, benim de olduğu gibi. Hayallerimi hırsa, kibre sapmadan çok geniş tuttum. Yüce Allah’ıma hamdolsun ki, yüzde doksanına ulaştım. Hedeflere varırken çekilen ıstıraplar, zorluklar bir roman olur. Sadece şunu belirtmek isterim ki, elli altı yıldır sırtıma güneş doğmamıştır. Sabahın beşinde Dünya’ya merhaba demiş, işimin başına koşmuşumdur. Her daim, “Malın mülkün sahibi Allah, vücudun sahibi toprak, bize bir hamallık kalır” sözüme sadık  kalmışımdır. Servet, vatana yapılan, bırakılan eserlerle anılırsa bir anlam ifade eder. Ben şunu yaptım, bunu yaptım demek benim için hiç de hoş olmayan, anlamsız bilgiler  içerir. Merak eden açar GOOGLE’a bakar. Saygıdeğer abim Rauf Yücel birkaç sayfa yaz dememiş olsaydı bizim Yunus’un (Yunus Emre) dediği gibi:        

Ete kemiğe büründüm.                                 

Salim oldum göründüm.                                                     

der, geçerdim.

Başarıda hangi noktaya gelirsek gelelim  “Kapının danası öküz olmaz”  sözünün bilincini taşırım. Onun için ne kalem yorulsun ne de kağıt ağlasın. Sorgun’da yetişenleri bir eser içerisinde oluşturan Rauf Yücel abimize, Belediye Başkanımız Sayın Ahmet Şimşek’e teşekkür ederim.                

Ahvalimden bir kesit yazacak olursam, kader bazen birisini doğduğu toprakta bırakır, biz gibi bazılarını da Gırgı Bağları’nın yeline verir, savurur doyduğu topraklara…  Her ne kadar doyduğun topraklarda üne, maddi imkana kavuşsan da doğduğun toprakların hasreti ağıt olur da gözyaşı, Çömçe Pınarı gibi yüreğine akar gider… Delice Köprüsü’nü geçince, Yozgat’ın kırmızı topraklı bükleri başlar.  Burcu burcu kokan sıla ana kucağı misali kucaklar, Sorgun’a varınca da hangi yöne baksan kendini görürsün. Tabii ki öncelik Bedir Baba tepesidir. Höllüğü ile sarmalandık, bağrını deştik değnekle (kisgiç), demet yaptık sarı çiğdemini…  Sarar gözüm her bir yanı… Sorgun benim için ne bahardır ne de sonbahar, dört mevsimdir. Üç tepeden Yazlağa, Ayrıklıya, Delibaşından Aaröze yaz ki roman olur. Mor sümbüllü bağları, salkım söğüdü, iğdesi ahraz-ı dillendirir de aşık eyler…  Bazen derim, “Seher yeli olsam da turnalarla el ele verip dolaşsam kasabamı!  Leylek gibi, çamur sıvayı sıvayı yuva yapan kırlangıçvari eğleşsem…”  Neylersin doyduğun topraklar öyle bir bağlıyor ki, kopmak mümkün olmuyor. Sazında türkü olur çağırır, gidersin. Bazen de bozlakla haldaş olursun, alırsın kalemi yazarsın. Biraz da şairliğin tutar;

Yozgat toprağına kazın mezarımı,                                                                                       

Küfül küfül Çamlığın yeli,                                                                                                        

Yalasın mezar taşımı.                                                                                                 

Sevdalılar otursun yanı başıma,                                                                                            

Sürmeliyi çığırsınlar.                                                                                                                

Kalkar dinlerim. 

Üstü açık bir kamyon yüklemiş gurbetçileri, bir de ben olsam gerek, sıkı sıkı sarılmış yorganlar hani bir umuda yolculuk. Gerisi Allah kerim. Siteler kavşağında durur kamyon. İnerim, ardımdan bağırır Bektaşların Turgut, “ Etebaan Halid’in oğlu, gel bakalım kaç kuruşun var?”  Uzatırım kırk kuruş, otuzunu alır, on kuruşunu bırakır avcumda. Gülverende oturan ablamlara varırım elimde on kuruşla. Aha iki gözüm önüme aksın ki, böyle ayak basmışız Angara şehrine. Amma boş adammış demeyesiniz diye, geçmişten birkaç anekdot döşeyim (affola). Mahalle arasında oynadığımız futbol çekmiş dikkatini, “Al sana 2500 lira, oyna bizim genç takımda” demişler. O para o zamanda İsmaalanın bendin dibinde, su basman tarla alacak değerdedir. Ulusal gazetelerde haberleri çıkar bu çocuğun. Bir tekme futbol hayatını sonlandırır. Kopmaz futboldan, ulusal ve büyük bir gazetede spor muhabirliğine başlar, ardından bir başka ulusal gazetede röportajlar yapar, kitaplar yazar bestseller olur, yazdığı dokuz öykü film yapılır. Devlette görev alır, belediye başkanlığı, sonrasında da ticarete atılır. 114 devletin kayıtlı olduğu bir kurumun iki yıl başkanlığında bulunur. Okul, cami, ormanlar yapar, hiçbir etkinliğini, harcamasını vergiden düşmez. Sessiz sedasız hayat sürer, mutluluğu önce vatan demekte bulur. Ulusal gazete, dergi ve görsellerde yüzlerce haberi yapılır, yaptığı işler en çok satan gazetelerde sürmanşete taşınır. “Ve bunların hiçbirisi umurumda değil, adam olmaya özeniyorum” der ve dosyayı kapatır. Aha ne olur beni benden değil de hakkımda yazılanların kaleminden, “Google’”dan okursanız, bahtiyar olurum deyip noktayı koyar Salim Taşcı.“

Ben de kalemine ve gönlüne sağlık diyorum sevgili Salim. Bu kadar mı güzel özetlenir, başarılarla dolu geçen kocaman bir hayat. İddiasız, sıcak, samimi… Ne denir başka, Sorgun’a yalnız sevdalı değil, karasevdalı bu can dostu kardeşime…

Salim Taşcı, dört erkek iki kızı olan altı çocuklu ailenin, beşinci çocuğudur. Eşi Mualla Hanım, Bursa/Karacabey’lidir. Bu evlilikten Tijen ve Tolga adlarında bir kız bir oğulları bulunmaktadır. Koyu Fenerbahçeli olan sevgili hemşehrimizin en büyük tutkusu, okumak ve yazmaktır. Vakit buldukça spor da yapar.

“Sorgun Kökenkli Değerlerimiz” adlı bu çalışmayı düşünüp planladığımda, ilk aradığım kişi, sevgili Salim olmuştu. Geniş çevresi ve olağanüstü birikimiyle kısa sürede bana, onlarca hemşehrimden bilgi akışını sağlamış, bu da bize müthiş bir çalışma azmi ve ivmesi kazandırmıştı. Kendisine binlerce kez teşekkür ediyorum…

Sevgili hemşehrim Salim, kocaman yüreğinle bu ülkeye daha nice yıllar hizmet etmeni, Yüce Tanrı’dan eşin ve yavrularınla sağlık ve huzur içinde yaşamanı diliyorum. İyi ki varsın aziz kardeşim…

Prof. Dr. Rauf YÜCEL

Author: yasin66
İsim: YASİN AĞAN