Sorgun’dan Çıktım Yola / Anılar-2 (Fatih Şahbaz)

Mart ayının ortaları idi. Telefonum çaldı. Rauf Hocam arıyor ve kitabının müjdesini veriyordu.

Evet, uzun süredir beklediğim kitabın ikinci cildinin çıkmış olması beni gerçekten mutlu etmişti. Hocama teşekkürlerimi ilettikten sonra hemen kitabın temini için kolları sıvadık. Hatip Sorgun abinin destekleriyle, kitabı Sorgun’dan temin ettik ve kargo yoluyla İstanbul’a ulaşmasını sağladık.

Ancak kitapları kulüp üyelerimize dağıtmamız aylık toplantı tarihimiz olan 4 Nisan 2015 Cumartesi gününü buldu.

Tabi ben daha şanslıydım. Kitap bana kargo yoluyla erken gelmişti. Sorgun Belediyesi yayınlarının 11 yayın numaralı Sorgun’dan Çıktım Yola (Anılar-2) kitabını okumak için de sabırsızlanıyordum.

Kitap fotoğraflar dâhil 435 sayfadan oluşuyor. Bir önceki baskıya göre hem baskı hem de kitabın sonunda yer alan fotoğraflar daha kaliteli. Ancak şunu tüm açık sözlülüğümle ifade edeyim ki, tüm bunlardan ziyade Rauf Hocamın kitabında içeriği çok önemsiyorum. İçerik beklentilerimizi boş çıkarmayacak kadar fazlası ile dolu…

Kitabın birinci sayfasında Yerköy’den sabah 10’da tren ile başlayan yolculuk dört yüz otuz beşinci sayfada hala canlı idi. Belki Yerköy-Ankara trenin arasına bir sürü araç, bir sürü ülke, bir sürü şehir, ömürden uzun bir süre girmişti, ama memleket sevdasının arasına hiçbir şey girememişti. Kitabın her sayfasında hocamızın Sorgun özlemini görmek ve bunu hissetmek, Sorgun’a sürekli bir vurgu olması, hayatının her aşamasında Sorgun’un önemli bir yere sahip olması belki de kitabı bizler için daha özgün ve anlamlı kılıyor.

Öyle ya, milletin ilkokulu zor okuduğu bir dönemde üniversiteyi okumak, Almanya’da doktora yapmak, yurda dönmek ve Sorgun’u unutmamak. Bunu önemsiyorum. Çünkü o zamanları kısmen hafızamda canlandırmaya çalışıyorum. Ve günümüzle kıyaslıyorum. Az bir makam ve mevkiye sahip olan insanların bırakın Sorgun’u, ana babasını unuttuğu günümüzde (unutmayanları tenzih ederim), Rauf Hocamızın o yıllardan bu güne Sorgun’u unutmaması… Kim ne derse desin, vallahi büyük iş!

Aslında hocamızın kitaplarının (hem birinci ciltte hem de bu ciltte) beni cezbeden tarafı, anlatılanlara yabancı olmamamız ve aslında hocamızın hikâyesinin bizim gibi Anadolu’da yetişen herkesin hikâyesi olması.

Zira gurbet ele çıkış, orada yaşanan sosyal adaptasyon, kimi zaman çaresizlik, kimi zaman cesaret, bitmek bilmeyen mücadele vs… Zamanlar farklı olsa da, Anadolu insanının gurbette yaşadığı sorunlar hep aynı.

Sorgundan Çıktım Yola 2 isimli eserde Rauf Yücel Hocamızı çok daha yakından tanıma fırsatı buldum. Hocamızın kitapta bahsettiği ve yaşadığı zorlukların bir kısmını yaşasam da mücadelesinin tamamını belki de hocamız gibi veremedim.

Bitmeyen enerjisini, azmini, sadık kaldığı topraklara ve çevresine yüzünün kara çıkmaması için verdiği mücadelesini, işini layıkıyla yapma arzusunu,  “amaca giden her yol mubahtır” yaklaşımı olmadan hedeflere nasıl ulaşıldığını göstermesini ve bütün bunlardan öte iyi ve uyumlu bir eşin insan yaşamının belirlenmesinde ne büyük etkilerinin olduğunu, dinin ilim önünde engel olmadığını, aksine dinin ilim ile bütünleşince çok şey ifade ettiğini hocamız kitabında bütün açıklığı ile ortaya koyuyor.

İkinci cilt yaşam tecrübeleri ile dolu. Hem Anadolu’ya hem Avrupa’ya ait bir sürü yaşam tecrübesi… Alınması gereken bir sürü ders, yaşamda göz önünde bulundurulması gereken bir sürü husus…

Genç yaşta okuma gayesiyle Sorgun dışına çıkan hocamızın (kitaptan gözlemlediğim kadarıyla) başarısında birçok faktör var. Özellikle üniversitede çekingen davranmaması, geriye itilmişlik hissine kapılmaması, girişken olması, ikili ilişkilerde samimiyeti koruması ve tanıştığı insanlar ile bağı koparmaması, cesur olması, bilgiye ve öğrenmeye verdiği önem ve her şeyden öte karar mekanizmasını iyi işletmesi bu faktörlerin bazıları. Gerçekten de bizi biz yapan kararlarımız değil midir? Aldığımız kararların peşinden rasyonel planlarla koşmak değil midir?

Bu sefer kitabın her bir satırını farklı duygular içerisinde okudum, kitabı okurken Rauf Hocamızın sureti ve sesi gözümün önünden ve zihnimden gitmedi.

Kimi zaman gözlerimizi nemlendirdi. Annesi ile Ankara’yı gezerken, benim de annemle İstanbul’u gezdiğim gibi…

Babasının cenazesine gurbetten dolayı yetişemezken, benim de yetişemediğim ve bir soğuk yüzünü son kez göremediğim gibi..

Kimi zaman güldürdü. Akdağ tarafında gezintide eşeklerin kayboluşu, aranışı, sonra “eşekleri sattılar parasını yediler” diye laf çıkışı, eşeklere şiir yazışı, Almanya’dan buzdolabı getirdiğinde Asım Emminin soğuyan suya; “ula ula ula babayın anayın bu ne yav!” deyişi, annesinin gezerken heykeller hakkında söyledikleri, babasının “ikinci evlilik mi. hicaz mı?” sorusuna “ikinci evlilik” deyişi vs.

Kimi zaman, gerçekçi ve dürüst olmanın gerekliliğini ifade etti. Almanya’daki doktora hocasına Türkler hakkında söylediklerinden dolayı çıkışması ve Elazığ’da cerrahi operasyonda dezenfektan yapmayan hocasını uyarması gibi.

Kimi zaman da, Almanya’ya gelen hocasının yaptıkları davranışları anlatarak aslında bir hayat dersi verdi Rauf Hoca… Gerçekten de trajikomik ve hatta bu günde geçerliliğini koruyan ibretlik durum tespitleri.

Ayrıca, Rauf Hocamızın Almanya’da doktora unvanını aldıktan sonra Alman bireylerin artık onu aldığı paye ile ödüllendirmeleri, Rauf Hocaya Dr. Yücel diyecek olmaları; bilimsel bir unvanın toplumun her kesiminde ne kadar önemli bir gösterge olduğunu, bilime ne derece yüksek önem atfedildiğini gösteriyor. O yıllarda toplumun böyle bir bilince sahip olmasının sonucundan başka hiçbir şeye bağlanamaz Avrupa’nın yükselişi.

Kitapta dikkatimi çeken ayrıntılardan biri de ikili iletişimin ve misafirliğin bu günlere nazaran çok daha iyi olması. Belki bunun nedeni o zamanlarda gelişmeyen ulaşım, iletişim, teknoloji vs. denilebilir ama kitabın her tarafında hocamızın gittiği yerde misafir olarak kalabildiğini gözlemliyorum. Bu çok güzel bir toplumsal kabul ve asli misafirperverlik dedikleri şey de o zamanın misafirperverliği. Düşünsenize evlerin çoğu kaloriferli değil, şimdiki gibi her oda ayrı değil, toplumun geçimi belki şimdiye nazaran daha zor ama herkes gönül rahatlığı ile misafir kabul edebiliyor. Şu an düşünüyorum da, evler kaloriferli, odalar daha geniş ve ayrı ayrı, geçim geçmişe göre belki daha kolay ama insanlar bir iki gün yatılı misafirliğe dahi çok zor olmadıkça gidemiyor. Gidilen misafirliklerde ise şu an sadece televizyon izleniyor.

Kitapta gördüğüm bir diğer husus ise başarıyı asla yatanların değil, sürekli koşanların, hedefi olanların hak ettiği… Rauf Hocamız bunu hayatın her alanında uygulamış. Hatta eşi Işık Hanımı bile yılmadan, azimle mücadele ederek, önce kaleyi içten fethederek (kaynanasını razı edip) evlenmeye razı etmiş.

Gerçekten de kolay değil. Anadolu’dan bir tahta bavul ile yola çıkıp, kabuğunu kırmak. Hele hele o zamanlarda… Kolay değil okul okumak. Kolay değil Almanya’ya gidip doktora yapmak. Kolay değil Almanya’da doktora yaparken evli olmak. Yeni doğan çocuğunu memlekete gönderip, Alaman’a tez savunmak. Kolay değil hayatı yaşamak. Kolay değil Rauf Hoca olmak.

Kitap hakkında yazılabilecek daha bir çok olumlu şeyler var. Ancak nihai olarak bu kitapta Rauf Hocamızı fikri olarak da tanıma fırsatı yakaladım.

Sevimli, delikanlı hocamıza ömür boyu sağlıklı güzel bir yaşam temenni ediyor, açık yüreklilikle yazdığı “Sorgundan Çıktım Yola (Anılar-2)” kitabı için teşekkürlerimi sunuyorum. Okumayanlara ise çok şey kaybettiğini hatırlatarak bir an önce okumalarını tavsiye ediyorum.

Hocamızın saygıyla ellerinden öpüyor ve kitabın üçüncü cildini de merakla beklediğimi buradan ifade ediyorum.

Fatih ŞAHBAZ

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

 

 

 

Author: Yönetici