Sorgun’dan Yola Çıkanlar…

Sevgili büyüğümüz Prof. Dr. Rauf YÜCEL Hocamızın “Sorgun’dan Çıktım Yola” kitabının ikinci cildini, biraz gecikmeyle olsa da büyük bir keyifle okudum.

Öncelikle, bu güzel, anlamlı çalışma için kendisini bir kez daha kutluyorum. Emeğine, yüreğine sağlık sevgili hocam.

Emekli olup, hiç bir şey yapmayarak sıkıntıdan patlayanlara inat, Rauf Hocaya zaman yetmiyor. Emekliliğini doya doya yaşıyor. Çünkü profesör olmuş, emekli de olmuş ancak, hala öğrenmeye, öğretmeye çalışıyor; tüketmek yerine, üretiyor. Bunlar çok önemli.

Burada bir parantez açmak istiyorum: Bugün, Cuma namazı öncesi verilen vaazda Hoca Efendi; “okumaktan, bilgiden, sorgulamaktan, çevreden, üretimden bahsetti. Gelişmiş toplumlar sorunlarının sebeplerini kendilerinde arar ve derhal çözmeye çalışır, ancak geri kalmış toplumlar sorunlarının sorumlularını hep başka yerde arar, sorunlarını çözmeye çalışmak yerine başkalarını suçlarlar” dedi. “Allah’ın ilk emri ‘oku!’dur” dedi. “İslam dini okumayı, bilgi sahibi olmayı ve sorgulamayı emreder” dedi. “İnsan kendisine bahşedilen akıl sebebiyle sorumluluk sahibidir” dedi. “Hatta sorgulamayan insan, sorumluluk sahibi bir insan değildir” dedi. “Yaklaşık 1 milyar 750 milyon nüfusu ile İslam ülkelerinin toplam üretimi, 80 milyonluk, 60 sene önce yok olmuş Almanya kadar değil” dedi. Ve, “neden?” diye sordu. İşte bu sorunun cevabını bulabilmemiz için, bu öğütleri veren din adamları ve öğretmenlerin sayısının artması gerekiyor.

Kitapta da okuduğumuz yaşamıyla, davranışlarıyla, yaptıklarıyla, duruşuyla Rauf Hoca gerçekten Yozgat’ın, Sorgun’un yetiştirdiği nadide insanlardan… Sevgili Yılmaz Kılıçarslan’ın ifadesiyle “güzel bir adam.” Hayatı anlamlı yaşayan, dürüst, çalışkan, bilgili, disiplinli, idealist, vefalı, yardımsever, üreten, “kendini bilen” örnek bir insan. Ben, geç te olsa, kendisini tanıdığım için çok mutlu olduğumu büyük bir onurla ifade etmek isterim.

Birinci cilt hakkındaki yazıda da ifade etmiştim. Burada da belirtmeden geçemeyeceğim. Bu kitapta da, 50-60 yıl önceki olayların, yerlerin, isimlerin bu kadar net bir şekilde ifade edilmesi beni çok etkiledi. Bunu Rauf Hocaya bizzat sordum; “Hocam zamanında notlar mı tutmuştunuz, bu kadar detayı, bu kadar net bir şekilde nasıl hatırlıyorsunuz?” diye. Kendisi herhangi bir not olmadığını, yazmaya başlayınca olayların hafızasında canlandığını söyledi.

İstisnaları hariç tutuyorum ama bizlerde ve bizden sonraki nesillerde bu derece güçlü bir hafızanın olduğunu sanmıyorum. En azından ben kendimi yokladığımda bunun böyle olmadığını biliyorum.

Bunda zaman içerisinde yaşamın karmaşıklaşmasının ve karmaşıklaştıkça da yüzeyselleşmesinin etkili olduğunu düşünüyorum. Televizyon, bilgisayar, akıllı telefonlar, vs. hafızayı zayıflattı. Eskiden kitap okunurken, sohbet edilirken, mektup yazılırken, eş dost ziyaret edilirken, daha az şeye daha fazla zaman harcanırken, hayat doya doya yaşanırken; şimdilerde insanlar her şeyin hazırına ve yüzeyseline alıştı.

Kitap okumak yerine, televizyon izleniyor. Sohbet yerine, mesajla iletişim kuruluyor. Sohbet ortamları, ev gezmeleri, eş-dost ziyaretleri kalmadı. Mektuplaşma bitti. Tüm bunlar yaşamı yüzeyselleştirdi. İnsanları birbirinden uzaklaştırdı, insanları bireyselleştirdi. O yüzden belki hatırımızda pek bir şey kalmıyor. Çünkü, hatırda kalacak derecede ilişkiler kuramıyoruz. Ya da hatırda kalacak kıymette olan çok az şeyimiz var. Aynı zamanda da, günümüzde, insanın hafızasını dolduran, meşgul eden o kadar çok şey var ki ve her şey o kadar hazır ki çoğu şey hafızada tutulmuyor.

Hocamızın üniversite öğrenciliği döneminde – ki 1950’lerin sonlarına denk geliyor – Sorgun’daki sosyal yaşamın, arkadaş ilişkilerinin oldukça zengin ve güçlü olduğunu görüyoruz. Yaz tatillerinde hocamız ve arkadaşlarının piyes organize etmesi ve sahnelemesi ve bu tür bir aktivitenin geniş bir ilgili kitlesinin bulunması oldukça anlamlı. Bugün ne durumdayız bilmiyorum, ancak, sosyal ve kültürel aktiviteler konusunda o dönemlerden gerilerde olduğumuza dair bir izlenimim var. Zaman ilerledikçe, her şey geliştikçe birçok bakımdan ilerlemek yerine gerilediğimizi görmek gerçekten çok üzücü ve düşündürücü.

Aynı şekilde, Ankara’da Yozgat Talebe Yurdundan bahsediyor Rauf Hoca. Bu yurtta kalan birçok Yozgatlı var. Çok güçlü arkadaşlık bağları var. Bu arkadaşlar Ankara’da sinemaya, tiyatroya gidiyorlar, kültürel geziler, sosyal organizasyonlar yapıyorlar. Bunlar gerçekten güzel şeyler. Ben de 1989 yılında otobüsle Sorgun’dan yola çıkıp Ankara’ya gittim. Bu şekilde hemşerilerin kaldığı bir yurttan haberim olmadı. Var da ben mi bilmiyordum, yoksa gerçekten yok muydu merak ettim.

Hocamızın birinci ciltte bahsettiği, Yozgat’ta okurken aynı evde kaldıkları alt sınıflardan akrabamız Ünal Öztürk ağabey o dönem Ankara’da bürokrattı ve bana her bakımdan çok yardımcı olmuştu. Bu vesileyle, kendisini rahmetle anmak istiyorum.

Rauf Hocanın trenle Almanya yolculuğu 1990’da ODTÜ’de okurken aynı trenle, aynı güzergâhtan Viyana’ya gidişimi hatırlattı. Sirkeci garı, Bulgaristan, Yugoslavya, Avusturya toprakları, gümrükteki kontroller, kompartıman, daracık koridordan çevreyi izlemek, vs, vs. Anılarım canlandı.

Kitapta Rauf Hoca Yerköy’den trenle ve tahta bir bavulla çıktığı yolu ve o yolda yaşadıklarını bize anlatmakla aslında Anadolu insanının ortak kaderini tarif ediyor. Anadolu kökenli olan birçok insan bu kitapta anlatılanlardan, kendi yaşamına dair birçok ortak nokta bulabilir. Bir bavulla, tek başına bir yola çıkmak Anadolu insanının ortak kaderi. Bizler de bu şekilde bir yola çıktık ve hala o yolda yürümeye çalışıyoruz.

O yollar engebeli, karışık, yalnız, dikenli yollar. O yollarda ilerlemek zor. O yollarda yürüyenler, bazen yol kenarında oturup, kimseye göstermeden ağlarlar, sonra gözyaşlarını siler yola devam ederler de kimse bunu görmez, bilmez. Bazen ayakları yara içinde, dermansız kalırlar, bir kenarda soluklanır ve tekrar yola devam ederler. Bazen yıkılırlar, ancak kalkar yola devam ederler. O yol ki, dönüşü yok! Ne olursa olsun yürümek zorundasın, en çok ta seni o yola uğurlayanlar için…

Rauf Hocamız, bu yolda başarıyla vakurlu bir şekilde ilerlerken başlangıç noktasını, arkada bıraktıklarını unutmayanlardan…

Kitabı okurken hep şunu düşündüm: birçok bakımdan ilerlemiş gözüküyoruz, maddi anlamda yaşam standartlarımız artıyor, ancak, asıl kıymetli olan şeyleri dikkate aldığımızda, toplum ve birey olarak geriliyoruz, çürüyoruz, anlamsızlaşıyoruz, değersizleşiyoruz…

Rauf Hocam; yolun açık olsun!

 

Hatip SORGUN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: Fatih
İsim: FATİH ŞAHBAZ Yaşadığı İl: İstanbul Yaşadığı İlçe: Üsküdar Meslek: T.Halk Bankası A.Ş.