Söz Şiire Dönünce

Şiir, şairin canının yandığında söyledikleridir. Hele bir de kökleri taa içeride, yüzeyde nasır, derinlerde amansız bir dert ise!…

Her konusu üç anlam taşıyan, başlığından mısralara kapı aralayan, dizelerden seçinti sözler sıralayan, edebinden kafiyeye uyan, hırsından köpürüp sert ve serbest seslenen şiirler bilirim.

İlki, yazanın yüreğindeki halidir. Hiç bir şiir daha yüreğin halini tam anlatabilmiş değildir. Uzay boşluğunu, galaksileri, yıldızları, gezegenlerin adını, takımlarını, yerlerini ve sonsuzluklarını bilim bize söyler de, ne kadar büyük, ne kadar derin, ne kadar çok, bilmeyiz. Bildiğimiz, var oldukları ve milyarlarca ışık yılı uzakta olduklarıdır. Gerisi tasavvur. Gökbilimin bildirdiği bu kadar.

Şair şiir yazdığında; neler düşündü, neler yaşadı, canı ne kadar yandı bilmeyiz. Bildiğimiz dile gelen üç beş satırın alt alta dizilişindedir işte…

İkincisi okuyanın anladığı şiir. Okuduğu zamana, yaşa, mevsime, şartlara bağlı değişkenlik arz edebilen, duygusunda yer yer farklılıklar olabilen, okuyanın anladığı kadar şiir olan şiirler…

Üçüncüsü de fizik, matematik, geometri gibi şiirler. Her dilde, her ülkede her okuyanda, her okunduğu zamanda değişmez formülle yazılmış, eleştiriye açık, deney ve gözleme itirazı olmayan bilim kanunları gibi….

Doğrusu benim nefsime ikincisi uyar. Ben nereden bilirim uçsuz bucaksız yangın yerini. Ateş yaktığı kadar acır, varlığım kadarını yakar bende…

Şiir şairin geride bıraktığı delildir gören gözlere…

İzleri takip et, sesleri duy, sözlere bak, sırasına dikkat kesbet, ilerle ve yola al.

Parçaları birleştirince gönül coğrafyasına çıkartır insanı. Ceylan gözlü bir narini mi, yoksa su gibi bir güzeli mi, değilse ayın on dördü gibi parlayan bir dilberi mi anlatır ballandıra ballandıra, yoksa umutsuz aşkın imkansızlığını mı sıralar satırlar boyu…

Kahramanlık şiirlerimi döşenir dağlara taşlara… Atların kişnemesi duyulur taa uzaklara…

Yumruğunu sıkmış cengaverlerin çaresizliği midir hüznündeki sertlik, neden yüzü taş kesilmiş? Musalla taşındaki meyyite mi bakar?

Kuşlar uçurur, kelebekler salar doğaya, çayırlar çimenler çizer önündeki tuvale… Kıpır kıpır kelimeler, el ele tutuşmuş oynuyor çiçekler…

Hülasa ize bakar yola giderse insan, aslanın yattığı gönül coğrafyasına varır vesselam…

İtiraf etmeliyim ki hekimi değilim, hakimi hiç. Denemişliğim yok ki bileyim ne menem zor iş. Nasıl dersen ne olur, dilim dönmez şiire… Lakin iz sürerim, vardığı yeri bilirim kendimce…

Şairi gözünden tanımam amma, sözlerinden sezerim, yüreğinin neresi yanar diye…

Şiirin kapısına (başlığına) baktım, hem atasına hem torununa sesleniyor.

Dedesine mahcup, torununa hiddetli…

 

FATİHE SESLENİŞ

Duyuyorsan bizi dinle

Bu millet seni bekliyor

Yanında Ak Şemsettin’le

Bu millet seni bekliyor

 

Gemisiz kaldı karalar

Tuğrasız kaldı paralar

Dermansız kaldı yaralar

Bu millet seni bekliyor.

 

İstanbul’u gel de tanı

Dert kaynıyor dört bir yanı

Gözü yolda Türk insanı

Bu millet seni bekliyor.

 

Sadece İstanbul mu  Kasevet’te olan? Sırf baktığın yerimi görürsün deme sakın şaire aguşunu açmış cümle dertlere,

 

Kırım ağlar, Kazak ağlar

Türkmen, Tatar, Kazak ağlar

Ayasofya’n kara bağlar

Bu millet seni bekliyor.

 

Her tarafı hain sardı

Kesilmiyor önü ardı

Sen varken huzur vardı

Bu millet seni bekliyor.

 

Sayfalardan bir sayfa seçip önünüze getirdiğim bu şiirin dış kapısında SULARIN SEVDASI yazıyor. Daha derdini kapağında açık etmiş İsmail Büyükerol. Ortasına Anadolu’nun bağdaş kurup, cümle dertlere diklenen, vatandan gayrı yurt, bayraktan gayrı sevda bilmeyenlerin söylediğidir şiir…

 

Aydın BARAN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

 

Author: sevare