Tandır Küllesi

Bir güz günü, vakit sabahın erken saatleri. Hemen her tarafa kırfağı düşmüş. Biraz sonra doğacak

güneş, ortalığı ısıtıp sabahın bu ayazını hafifletecek belki de. Ama şu anda bir taraftan soğuk, bir

taraftan idare lambasının ölgün ışıklarından kaynaklanan sıkıntı, insanı normaldan daha çok şaşkın ve

telaşlı yapıyor. Bu tablo içinde Saniş Hala, bir tandırlığa, bir eve girip girip çıkıyor. Her seferinde elinde

evden bir şeyler taşıyor tandırlığa doğru. Ekmek açma tahtası, oklava, helke, minder, post v.s. gibi.

Son olarak da ucu alevlenmiş bir gazete parçasıyla tandırlığa doğru hızla girdiği görülüyor. Aradan üç

beş dakika geçtiği halde hala çıkmamıştır içerden. Bu hareketsiz zaman gittikçe uzar, tandırlığın

bacasından bazen az, bazen kesif bir duman çıkmaya başlar. Nihayet gözleri kızarmış, nefes nefese,

Saniş Hala’nın dışarı çıktığı görülür. Hemen tandırlığın önünde dört büklüm olarak yerdeki bir

çukurluğu temizlemeye başlar. Bu çukurluk tandır küllesidir işte. Tandırın tabanına kadar giden

daracık bir tünelden, onun iyi yanması için lazım olan havayı temin eder. Normalinde bu külle ağzının

güzel bir taş kapakla kapatılmış olması gerekir. Her nasılsa bunlarınkinin ağzı açık kalmış, bir sürü toz

toprak ve kuru yapraklar doldurmuş içini. İşte bu nedenle biçare kadıncağız tüneli açmak için hayli

güçlük çekmekte ve külle tamamen temizlenmedikçe de tandır bir türlü yanmamaktadır. Artık öyle

çok tekrarlanmıştı ki, şu bir tandırlığa girmek, bir küllenin önüne yatmak. Görenler dahi Saniş Hala’ya

acımışlardı. Kör olası külle, sanki kırk yıldan beri mi temizlenmemişti. Ne vardı şu zavallı ihtiyarı bu

kadar çok uğraştıracak. Artık iyice sabrı tükenmiş olacak ki, eve doğru hışımla bağırmaya başladı:

“- Gız Hatııın, gııız!”

“- O ne Anaaa!”

“- Cehennemiñ dibiii!”

“- O ne gine gız ne vaar!”

“- N’oğlacah şu gozü kor olasıca tandır yanmıyo bi türlü.”

“- Vaayh derbeder anam, bi tandırıda mı yahamadıñ? Ben zabahdan beri iki ilağan hamırı yuğurdum

da.”

Artık Hatun Abla’ya da iyiden kızmıştır. Sanki bütün hırsını ondan çıkarırcasına bağırarak.

“- O ne gız yahamadım işde. Bu soyhayınan mı terbiye olacaam. Tandırıñız da batsıñ kulleñiz de.

Şu yetmiş yaşımda ağzım yer gavrıya gavrıya bunnara kulle ayıtlıyacaam da bunnar keyif çatacah. Elim

dizime enmiş, dizim yere enmiş, daha benden ne istiyoñuz?”

“- Sus anam sus! Niye buğader bağırıyoñ, ben saña ne dedim ki? Baba çıhsıñ tandırında. Aha gelir

yaharım. Ellerimi yuyum da

Hatun Abla alelacele ellerini hamurdan çıkarır, teştin yanındaki helkeye daldırarak yıkar ve çabucak

eteğindeki peştemalında kuruluyıp dışarı çıkar. Saniş Hala hırsından sükunete kavuşmak için köşedeki

inek sekisinin üzerine oturup yoldan geçenlere dalmıştır. Hatun Abla derhal eline çapayı alıp küllenin

içini temizlemeye başlamıştır. Artık iyice temizlendiğine kani olmuş olmalı ki çapayı içeri bırakıp

dışardan bir kucak kağıt, kuru ot, çapıt v.s. götürmektedir. Bu sırada koltuk altlarında birer ekmek

açma tahtası ve birer oklava ile komşudan Lalizer ve Şaynez Ablalar, Şaniş Halaların avluya girerler.

Anlaşılan imece usulü birbirlerine ekmek yapımında yardım etmektedirler. Hemen kapının önünde

oturan Saliş Hala ile konuşmaya başlarlar. Önce Şaynez Abla,

“- N ‘oldu Saniş Hatın, daha tandırı yahamadıñız mı?”

Muhatabı, kızgınlığını pek belli etmek istemez ama, yine de bozuk çaldığı halinden bellidir.

Umursamadan:

“- N’ebiyim daha, Hatın yahıyo heralde.”

Lalizer Abla söze karışır,

“- Niye sen nerdeydiñ?”

“- Amaan Lalizer n’orecaañ? Zabah boduları sürdüm acik Delibaş’a dooru. Geldim ki daha hamır

yuğuruyomuş. Ben de herslendim, tandırı niye yahmadıñ deyi. O da şindi yahıyo heralde. Haydiñ

içeri girek belkim yahmışdır.”

Hakikaten Hatun Abla tandırı yakmış, sacı üzerine kapatmış, etrafı süpürmüş, itağayi sermiş, bir teşt

hamur getirmiş ve hatta hamurdan bezi yapmaya başlamıştır bile. Dışardakiler topluca içeri girerler.

Haliyle üşümüşlerdir biraz . Hatun Abla’ya -golay gelsiñ, bereketli olsuñ- diye selam verdikten

sonra, yanan tandırın başına geçerek ısınmaya başlarlar. Saniş Hala da tandırın sol geri tarafındaki

saçkılıktan bir hayli saçkı çeker, taa tandırın ağzına kadar yığar. Kendisi de dışardan getirdiği inek

sekisi ile güzelce bir oturma yeri hazırlar. Aynı zamanda eline geçirdiği bir bezle sacın üzerini şöyle

alelusul bir siler ve güya tozunu alıyormuş gibi bir de sağa sola üfürür . Köşedeki dayalı, ucu

yanmaktan kararmış olan evrağaci de eline alarak saçkıdan yavaş yavaş tandıra doğru saçmaya başlar.

Anlaşılan kendisi evirici olacaktır. Bu arada edici kadınlar da ısınıp yerlerini almışlardır. Şaynez Abla

tandırın sağ köşesini, Lalizer Abla ortada ve karşıda oturmuş, Tandıra karşı olan dış kısımdaki tahda da

boş kalmıştır. Hatun Abla hala bezi almaktadır. Nerdeyse itağayi hep bezi ile doldurmuştur. Hemen

hepsi de besmele çekerek işe başlarlar. Baştan bir iki ekmek açılır ve telaşla pişirilir. Henüz ilk olduğu

için kimse bir şeyin farkında değildir. Daha doğrusu, kati bir hüküm yürütemezler ilk açtıklarında .

Ama üç beş derken , aynı başarısızlık devam eder. İlk itiraz Şaynez Abla’dan gelir. Gayet güzel özene

bezene açtığı yufka, sarım oklavasına sarılıp da saca doğru pişmeye giderken , iki kadının elleri

arasında sapır sapır yere yığılır. Artık dayanamaz,

“- O ne gız bu üçüncü oldu dokülen. İyice yuğuramadıñız mı, ne yapdıñız?”

“- Daa, o nasıl laf kele Şaynez Abla. Vallaha horuzuñ ilk ötümünde galhdım yuğurdum bu ilağani. Bi saat yumruk salladım. Bi saatden beri de dineniyo hamır. Bahsana sahız gibi sünüyo, yuğrulmıyanböle mi olur?”

“- Ya niye böle lepir lepir dokulüyo anam?”

“- Nebiğim ben kele. Ateş dağarmeniniñ unu. Yahıyo budayı çatır çatır, unuñ özü mü galıyo? Hemi

de Gıbiş bek uğüdemiyo diyolar. Nerde galdı su dağarmeniniñ unuu! Irahmetlik Gara Salif ne gozel

uğudürdü unu.”

“- Ne diyoñ sen, onuñ unu çarşaflar gibi açılırdı. Saclardan daşardı ekmek.”

Tam bu sırada koltuğunda yine bir tahta ile Pakize Abla gelir. Anlaşılan üçüncü edici odur. Daha

kapıdan gözükür gözükmez, geç kaldığı ihtarını edicilerden Lalizer Abla basar.

“- O ne Pakize, nerde galdıñ bu zamanaca?”

“- Anam n’orüyüm bilmiyoñuz mu? Yalıñız bir eviñ saabıyım, içeri dışarı, çoluh çocuh derken

gecikdim acik.”

Bu sefer itirazı Şaynez Abla basar.

“- İyi ya gızım, bizim evimiz barhımız yoh muydu? Bah biz geleli bi saat oluyo.”

“- Kele Şaynez Abla sen de mi bööle sölüyoñ.Ne var şeyiñ dediği. Elimi iki şahbaz dutarım ben de.

Biliyoñuz herif çifte gediyo onu doyudum. İnağ saadım, oolanı emzirip gıza teslim etdim. Çocuhlara

da bi gaşşıh çorba bişirdim geldim. N’orüyüm başga kimim var? Ööle etmesem az sona başıma

birikecekler.”

“- Dooru söylüyoñ yavrım n’orecaañ, yalıñız bi eviñ saabısıñ. Baba çıhsıñ yalıñızlıhda.”

“- Vallaha Saniş Halam ne diyosañız ööle ediyim. İsderseñiz ağşam ben de acik geç gediyim.”

“- Yoh kele ağşamlıh ne var? Dört helkeniñ suyu hamır. İlkindiye galmaz bitiririk evel Allah.”

Konuşmalar bu şekilde devam ederken iyi kötü bir döküm kadar ekmek yapmışlardı. Sabah yemeği

için bazlama yapılır ve biraz sonra yemek yenir. Yemekten sonra topluca bezi alırlar ve tekrar ekmek

açmaya başlarlar. Bu seferki hamurun özü, anlaşılan birinciden daha zayıftır. Henüz birinci ekmekte

bile yırtılıp dökülür. Oklavaya bile sarılmaz kaldıki saca kadar taşınması. Ama yerine göre her türlü

olumsuzluğa çare bulmaya çalışan bu cefakar insanlar, bu Anadolu Kadınları, bu derbeder analarımız,

buna da bir çare bulmaya başlarlar. Hatun Abla derhal kalkar,çok ince elenmiş bir elek dolusu un,

biraz fazlaca tuz ve çökelek suyu ile karıştırılmış katı bir karışımı bu hamurun içine katarak,

katılaştırmaya, koyulaştırmaya çalışır. Herhelde kıvamı katı bir hamur, daha rahat açılabilir olmalıdır.

Hakikaten yeni yoğurulan hamur, edicilerin yüzünü güldürmüş ve ev sahipliği yapan Saniş Halalar da

bu olumsuz durumdan kurtulmuşlardır.

Kasım 1967 / Sivas-Hafik.

Author: yasin66
İsim: YASİN AĞAN