Toprağımızı, Toprak Anamızı mı Küstürdük?

Çevrenin; insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşimde bulundukları, fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel bir bileşik olduğunu belirtebiliriz. Günümüzde kendi çevremizin, kendi iç yapımızın, kendi memleketimizin hatta kendi çekirdek ailemizin ne kadar çevreci veya ne kadar etkileşim içinde bulunduğu tartışılabilir, konuşulabilir…

Bir Yozgatlı olarak yetiştiğim çevrede tarımla, hayvancılıkla uğraşan dedelerim, yakın çevrem ve onlarla yetişen bizler vardı… Geçtiğimiz 15 yıl içerisinde ovaları bayırları dolduran büyükbaş-küçükbaş hayvan sürüleri, yemyeşil tarlaları, meyve dolu ağaçları, sebze yetiştiren aileleri, pancar sulayan gençleri, anneleri, babaları, dedeleri, nineleri vardı. Nasıl bir erozyona uğradı da bir anda hepsini arar olduk?

Geçmişten günümüze kadar bizleri bağrına basan, bizler ona elimizi uzattığımızda, terimizi damlattığımızda bizlere türlü türlü meyveler, sebzeler hayatlar vermeye vesile olan toprak ana, galiba ya küstü ya darıldı, ya da biz çok ihmal ettik onu diye düşünüyorum.

Bugün köylerimizde kasabalarımızda yaşayan ailelerimiz sütünü, yoğurdunu, yumurtasını etini v.s. marketlerden alır olmuş. İnsanlar doğal ürünlerini günümüzde temin edebilmek adına tonlarca paralar öderken bir yandan da elindekinin kıymetini bilemez olmuş. Büyüklerimiz ah bu büyüklerimiz…

Hele yavrum oku adam ol! Oku adam ol! Devletin bi ucundan tut artık hangi ucu denk gelirse…

Şimdi okumayanlar adam değiller mi? Ülkemizde her bir yandan “Oku oku memur ol gerisi gelir” denmedi mi?… Peki okuyup çiftçi, sanayici, temizlikçi vb. çoğaltabiliriz olmaz mı ?

Kim üretecek kim işleyecek kim yetiştirecek? Kim bilinçli bir şekilde ortaya ürettiğini koyacak kuş yavrusu misali? Ne zamana kadar ağzımızı açıp devlet babadan bekleyeceğiz?

Hele bi devlete kapıyı adımımızı atalım da gerisi kolay!

Attın ne oldu? Ay sonu aybaşını bekler oldun. Ve sonuç toprağı küstürüp üretememek…

Bu yazımı kendi ülkemde tamamlayamasam da bir başka ülkede tamamlamış olmamın memnuniyeti içerisindeyim. Kendi ülkemde ve başkalarının ülkesinde gördüklerimi harmanlamak beni mutlu etti. Şu an toprakları çorak, meyve yetişmez, sebze yetişmez, ot bitmez, ağaç bitmez bir bölgedeyim. Bizim memleketimiz öyle mi? Cennetten bir kesit ama gözümüz neden kapalı? Başkalarının gördüğünü bizler neden göremiyoruz? Değerli bir büyüğümle yaptığım sohbetimde, “Can damarımız tarım, hayvancılık nerede? Bunlar neden kaybolmuş? diye sordum.

O da soruma şöyle cevap verdi: “Hepimiz birbirimizi taklit eder olmuşuz.” Doğru mu? Bakıyoruz doğru. Şu an memleketimiz Sorgun’da son yedi yıl içerisinde gözümüze bariz çarpan sektörler şunlar:

Süpermarketler, alışveriş mağazaları, giyim mağazaları, petrol ofisleri, galeriler, bitmez inşaatlar… Ha bire çoğalıyorlar, hem de ihtiyaçtan bağımsız. Yan yana dev iki süper market! Burası Yozgat-Sorgun kardeşim, o kadar çok köyü var. Milletin kendi etini, sütünü, v.s. ihtiyacını karşılaması lazım ama maalesef “İhtiyaçtan mütevellit açılıyor” diyor herkes. Rabbim işlerini bereketli eylesin tabiî ki…

Yozgat (Sorgun) memleketimiz, canımız, vatanımız. Düşünüyorum, neden insanlar mutsuz, umutsuz ve her şeyden öte üretmiyor? Neden fidanlarımızı, insanlarımızı, düşüncelerimizi yeşertemiyoruz? Neden bir türlü ilerleyemiyoruz?

Acaba toprağımız mı, toprak anamız mı çorak?  Yoksa bizler mi, bizlerin DÜŞÜNCELERİ mi çorak bilemedim vesselam…

Tüketim var ama peki kim üretecek!

Onca insanla istişarelerimiz, konuşmalarımız, muhabbetimiz, gözlemlerimiz, kendi duyumlarım vs… Her şey EĞİTİM’i işaret ediyor.

Eğitim deniyor ama peki ne yapalım? Gücümüz yok ki eğitimi değiştirelim. O kendi halinde bukalemun gibi çevre ve hava şartlarına göre sürekli değişime maruz kalıyor zaten… Bunların yanı sıra, toplum, aile, akraba-arkadaş ilişkileri, ahlaki değerler… Aslında en önemlisi bu saydıklarım ama artık bu konulara değerli büyüklerim değinmiştir diyorum, kısa yoldan bırakıyorum…

Yazım biraz eleştirel de olsa (eleştirmeyi seviyoruz) kendimi de eleştirmem lazım diyorum. “Peki sen ne yaptın?” diye sordum kendime. Baktım bir şey bulamadım ama “En azından bu sorunlara, üretememeye, tembelliğe kafa yordum” dedim, kendimi teselli ettim. Yapabildiğim tek şey de şu şartlarda bu zaten.

Keşke imkanlar geniş olsa… Memleketimize bir ağaç kampanyası başlatsak herkes birkaç fidan dikse… Belki, ağaçsız fidansız ovalarımızı yeşertebiliriz gelecek nesillerimiz için. Kendimizi yeşertemesek bile bir bayram günü bir fidana bayram yaşatabilsek keşke…

 

Mehmet Akif KILINÇ

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: sevare