Ümitsizlik de Ne ki?

Bir gün bilge bir zatın yanına bir kişi gelmiş ve üzüntülü bir şekilde demiş ki: “Her şeyimi bir yangında kaybettim”. Bilge zat ise hepimizin kulağına küpe olacak bir şekilde:  “Bende sandım ki sen ümidini kaybetmişsin. Ümit ile her şeyi kazanabilirsin ama kork ki ümidin giderse asıl o zaman bitersin” demiş.

Son günlerde herkeste müthiş bir ümitsizlik var, haberleri bile eski tadında izleyemez olduk. Hangi kanala baksanız karşınızda hep olumsuzluklar… Tüm dünya da buhranlar var, ne yazık ki özellikle de Müslüman ülkelerde… Kimse kimsenin derdi ile ilgilenmez, halini hatırını sormaz olmuş. Herkes önce ben diyor, bu hissizlikte insanları ümitsizliğe sürüklüyor. Ne zaman ümitsizliğe düşsem Zümer, 39/53 ayetini hatırlarım:

“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok mağfiret edici, çok merhamet edicidir.”

Zamanın Bedii’si üstat ise yıllar önce ümitsizliği (yeis) şöyle açıklamış:

“Yeis en dehşetli bir hastalıktır ki, âlem-i İslâm’ın kalbine girmiş. İşte o yeistir ki bizi öldürmüş gibi, garpta bir-iki milyonluk küçük bir devlet, şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş. Hem o yeistir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-i umumiyeyi bırakıp menfaat-ı şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş. Hem o yeistir ki, kuvve-i mâneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i mâneviye ile şarktan garba kadar istilâ ettiği halde, o kuvve-i mâneviye-i harika meyusiyetle kırıldığı için, zâlim ecnebîler dört yüz seneden beri üç yüz milyon Müslüman’ı kendilerine esir etmiş. Hatta bu yeisle, başkasının lâkaytlığını ve füturunu kendi tembelliğine özür zannedip neme lâzım der, “Herkes benim gibi berbattır” diye şehamet-i imaniyeyi terk edip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor.”

Ya o büyük peygamberlerin en çaresiz anlarında sönmeyen umutları, bitmeyen sabırları… Yunus peygamber (AS) bir balık tarafından yutulduğunda, balığın karnındayken bile ümidini kaybetmemesi, Yakup peygamber’in (AS) o çok sevdiği oğlu, Yusuf’unu(AS) kaybettiğinde ümidini Rab’bine bağlayıp azimle ve ısrarla bulma çabası… O büyük son Cihan Peygamberinin (SAV) çektiği onca zulümlere rağmen davasından ve ümidinden asla vazgeçmemesi… Hepsi en karanlık gördüğümüz zamanlarda bile ümidimizi kaybetmememiz için önümüze sunulmuş örnekler değil midir?

İstiklal Marşımızın yazarı o büyük şair, Mehmet Akif ise aşağıdaki şiirinde bakın nasıl anlatmış ümidi ve ümitsizliği:

Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak…

Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak.
Gamı-tasayı bırak, iraden canlı ise!
Ümit kaynağı ol, olabilirsen herkese!

Bizlerin ise vay halimize… Televizyonun başına geçip, önümüzdeki kuruyemişleri yerken, ahkâm kesmeye başlıyoruz. O şöyle yapmış, bu böyle yapmış, gıybet almış başını gitmiş. En sevdiğimiz bir kardeşimizin bile arkasından konuşur olmuşuz, sevmediklerimizi söylemiyorum bile… Hissiz bir toplum olmuşuz, hissizlik ümitsizliği aşılamış, medya ise reyting uğruna ümitsizliği kendine rehber etmiş.

Ümit ışığınızın sönmesine asla izin vermeyin! Bizler ki ne günler görmüşüz. I. Dünya savaşında “hasta adam” olarak nitelenen o koca Osmanlı İmparatorluğu’nun cefakâr, yorgun, bitkin, kırgın ve tükenmiş olan insanı, asla ümitsiz olmamış ve yeniden küllerinden şahlanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş.

Yine şahlanacağımız günlerin geri geleceğine inanıyorum. Bu musibetler belki de, anne karnında doğmayı bekleyen bebeğin dünyaya geleceği zamanki en sancılı halidir. Bebek doğunca da bütün ağrılar geçer ve mutlu sonla neticelenir inşallah…

 

Prof. Dr. Hamdi TEMEL

 

 

 

 

 

Author: Yönetici