Yaşamak İçin Ölen ve Öldüren İnsanın Savaşları

Dr. Abdullah Şengönül Hocanın “Dördüncü Nesil Savaş” kitabını okumadan önce kitaplığımdaki kapağında “savaş” kavramı geçen (“Sosyolojik Savaş/Yusuf Çağlayan”, “Soğuk Savaş/Cemal Acar, “Üçüncü Dünya Savaşı/Burak Turna, “Savaş Sanatı-Sun Tzu”, “3. Dünya Savaşı/Hakan Yılmaz Çebi”, “Savaşan Dünya ve Türkiye/Kamuran Gürun”, “İstihbarat Savaşları/Hüseyin Aziz Akyürek”, “Kadim Bir Savaşın Kutsal Hikâyesi- Devletin Derin Aklı/ Ramazan İzol”) kitaplara bir kez daha göz gezdirdim.

Savaşı daha doğrusu bağlamını anlamak üzere bir istisna yapıp teknoloji yapıcıların ve teknolojinin konu edildiği Michio Kaku’nun “Geleceğin Fiziği” adlı kitabının altını çizdiğim yerlerini bir kez daha okumak durumunda kaldım. İnsanlığın kaderini ve günlük yaşamını nasıl şekillendireceklerini en azından 2100 yılına dair projeksiyonlarını anlatan bir fizikçinin eserini bu vesile ile girişe not düşmüş olayım.

Eşrefi mahlûkatın, bilinen evrende yaşanan tek yer olan Dünya’nın üzerinde yaşamak için verdiği savaşı anlamaya çalışırken, derin girdaplara ve çıkmaz sokaklara girdim.

Yaradılış hakikatini kaybeden, hatta ‘hakikat çekirdeğinden’ çok uzaklara savrulmuş insanı anlamak, kavramak için verdiğim uğraşta gönlüm yoruldu.

İnsan insanla savaşarak tanrının yerini almayı kafaya koymuşsa, artık kıyameti beklemek gerek. Çünkü kıyameti erkene almak için can atanlar, hiçbir canın değerini isteklerinden üste tutmayacaklardır.

Tümden gelen bir bakış açısı ile yaşadığım hayatımın amentüsünü korumak için verdiğim savaş, kırk tarifle izah edilen bu savaşla asla aynı değil. İnsanın savaşı zahiren insanla, ama esasta onu yaratanla olduğu hissinden korkmadığımı söylemek yalan olur. Çünkü, aynı dünyada yaşıyoruz.

Savaşın başından bugüne, hatta sonraki zamana; “şekil, hedef, araç, kaynak, süre, sonuç” bakımından nasıl bir tarihsel süreç yaşadığını, nedenleri ve bağlamları ile ortaya koyan bu eserde, arka kapağında da yazdığı gibi, asker kökenli olmayan akademisyen ve araştırmacı siyaset bilimci Abdullah Şengönül “savaş ve güvenlik” alanında derli toplu muhkem bir kaynak kitap ortaya çıkartmış.

Yazar, eserin öznesi savaş olmakla birlikte, meseleyi siyaset bilimi zaviyesinden ele alarak, hırçın ve yırtıcı bir taktisyen olmak yerine, savaş olgusunu olmuş ve olacak halini şekilsel ve içeriksel olarak ortaya koymuştur.

Öyle ki, savaş gerçeğini tarihsel süreçte insanlığın varlık mücadelesinde ortaya koyduğu çatışma ve bunun ileri boyutu “savaşı” zamanın akışına ve getirdiklerine göre kurgulamış.

İnsanlık kadar eski bir hikâyeyi çerçeveleyip bir disiplinde ortaya koyarken, savaşın nedenselliğine yumuşak dokunuşlarda bulunan yazar; “savaş, devleti ve milleti aynı istikamette mücadeleye sevk eden muhteşem bir var olma çabasıdır” diyerek savaşın insan zihninde doğurduğu olumsuz ama zaruret halinde birliğin ve ortak gayenin aracı olduğunu da söylemekten geri durmamıştır.

Eser, güvenlik kuvvetlerinde görev yapanlar, siyaset bilimciler, toplum bilimciler, ekonomistler, siyaset yapıcılar, sinemacılar, turizmciler, kültür alanında çalışanlar, bilim ve teknoloji alanında çalışanlar, sağlıkçılar, ilaç ve savunma sanayii ve bilumum endüstriyel üretimlerle meşgul olanlar, lojistikçiler ve hatta tarımcılar ile ağ yönetimi yapanların sistematik düşünmeleri ve içinde bulundukları dünya nizamının kuruluş, yıkılış, icat ve yeniden inşasında kullanılan yıkıcı aleti savaşa dair bilmeleri gereken tüm düşünce sistematiğini ortaya koymaktadır.

Kitap, ana kurgusunda inşaat sektöründe kullanılan fore kazık temel sistemini kullanmıştır. Önermesini bina ettiği yapının temelinde; bilimsel bilgiye, bu alanda söz söylemiş uzmanların görüşlerine, savaş kavramının biçim değiştirmiş hallerine, yapısal sıralamasına önem vererek okura öğrenme kolaylığı sağlamıştır.

Çalışmanın bir ders kitabı hissi veren akışında yazarın olabildiği kadar objektif davrandığını söylemek gerek. Zaman zaman öz düşüncelerini ifade ettiğinde de dayatma yerine fikrini çevre faktörleriyle beraber izah etmiş, çoğunlukla da son kararı okurun kendi analitik düşüncesine havale etmiştir.

Savaşın usulleri, taktikleri, gerekçeleri, evrimleri, araçları, kaynakları, sonuçları ve zamanın ruhuna uyarlanmış hallerini kavramsal çerçeve içerisine alan Şengönül’ün, atıflarla güçlendirilmiş bilimsel bilgiyi olabildiği kadar kullanıldığını, bir siyaset bilimcinin askeri bir uzman tutarlılığı ve kavrayışında eserini tamamladığını, her konu başlığında ve ardışık konuların anlam bütünlüğünde görmek mümkündür.

Sayfalar ilerledikçe şimdiki zamana geldiğinizi hatta sonlara doğru da yarınlara dair düşünmemiz gerekenlerin işaret edildiği eserin, bana göre en can alıcı tarafı kitabın tam ortasında yer alıyor.

Geleceğin Türk ordusu: Nasıl bir reform?

Niçin bir orduya ihtiyacımız var?

Ne tür bir orduya ihtiyacımız olduğuna kim karar verecek?

Ordunun doğru kullanıldığını kim denetleyecek? 

Türk milletinin özellikle sıradan bir vatandaşın aklına getirmediği, getirmek istemediği hatta soruyu sorsa bile cevabından korktuğu bir soruyu bomba gibi okurun kucağına bırakıyor. “Orduyu öldürmek” kavramını cesur bir şekilde ele alıyor olması eserin bir bakıma zihinsel sınırlarının genişliğini de ortaya koymaktadır. Cesurluğu deli cesaretinden değil, hepimizin en yakından hatırladığı bir olaydan 15 Temmuz askeri kalkışmasından hareketle bomba etkisi yapan soruları ardı ardına sıralıyor. Böylelikle okuyucuyu ders kitabı okumaktan, düşünsel ve analitik bir evrene çekiyor. Çağın ve yakın geleceğin ruhunu ve ihtiyaçlarını resmetmeye çalışıyor.

“Nasıl sağlık ve eğitim sektörünü özelleştirdiysek orduyu da öldürüp özelleştirebiliriz” veya “Özelleştirsek  ne olur, bunu konuşalım, tartışalım” diyor. Hatta yazar, sivil toplumun bunu konuşamadığı için “ordu öldürmek” size ağır gelebilir diyor. Binlerce yıllık alışkanlık ve hikayelerimizle bir anda aramıza mesafe koyup soğuk duş etkisi yaratan sorularla bize yani sivillere, siyasetçilere, siyaset bilimi ile meşgul olanlara, devletin ekonomik, sosyolojik, psikolojik yapısında söz sahibi olanlara şimdi “ordu” konusunu yeniden düşünmemizi salık veriyor. Yani “Hiç bu pencereden baktınız mı? diyor.

Siyasetten ekonomisine, milli eğitiminden, savunma sanayii üretimine, akademisine kadar birbirine paydaş onlarca alanın konuya tümleşik bakması gerektiğini, ancak bunun yapılamadığını belirterek, “Madem bazı alanları özelleştirdik. Pek ala orduyu da özelleştirsek ne olur?” sorusunu hem soruyor hem de dünyada bunu yapan başaran ya da başaramayan ülkeler üzerinden örneklerle meseleyi okuruna serinkanlılıkla anlatıyor.

15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminden çok korktuk. “Yeni bir darbe olacak mı?” türünden korkulu rüyalar görmektense uyanık duralım diyor bir bakıma…

Kişisel fikrini ilk elden açık ederek okurla kavga etmek istemediğini açık açık ortaya koyan Şengönül, “Bir orduya ihtiyacımız var” diyerek “Nasıl bir orduya…?” sorusunu ucu açık bırakıyor.

Sorularını magazinsel olsun diye değil kitabın savaşa dair ortaya koyduğu konu dizinine göre isteklisi ve ilgilisi okuduğunda, maksadın anlam ve bağlamını gayet net anlayacaktır. Ortalama okurun algılama hizasındaki “Dördüncü Nesil Savaş” kitabı, istatistiki veriler ve kaynaklar ortaya koyarak bilimsellik merkezi etrafında tasarlanmış.

Son bölümlere doğru kitaba adını veren dördüncü nesil savaşların günümüzde geldiği noktayı teferruatlıca ortaya koyan yazarımız, bu olgunun ülkemizde yeterince bilinmediğini, özellikle batılı ülkelerle karşılaştırıldığında ülkemizin akademik ortamlarında dahi dördüncü nesil savaş kavramına yeterince zaman ayrılmadığını belirtmektedir.

Artık savaşların doğrudan halkları hedef aldığı ve o ülkenin halkını yine kendisi ile imha ettiği birçok yerde ifade edilmektedir.

Özetle, yazar bu kitapta dördüncü nesil savaşların yıkıcılığından ve sinsiliğinden bahsetmektedir. Düşüncenin istilasından kendi kaynakları ile kendini vuran toplumların toplumsal kıyımını dördüncü nesil savaşlar perspektifinden anlatan yazarımızın ana gayelerinden birisi de Türkiye’nin stratejik düşünmeye ihtiyacının olduğunu anlatma gayretidir.

Stratejik düşünmenin hayati önemine vurgu yapan Şengönül, bunun birçok açıdan gereklilik ve zaruriyetini de ortaya koyuyor.

Yazarın bu eseri kaleme almasında illaki birden fazla amacı vardır. Ancak yazının başında ortaya koyduğum kanaatimi tekrar ediyorum. Yazarın olabildiği kadar farklı kaynaklardan beslenen ve görüşlerden görüş üreten analitik yaklaşımıyla meydana getirdiği bu kitap – öz düşüncem odur ki – bir ders kitabı ve disiplinlerin ortak paydaşı olabilecek kaynak bir eser niteliğindedir. Aynı zamanda, bilgi üreten, delil ortaya koyan, kavram, terminoloji, bilimsel disiplin ve fikri kurgu bakımından alanındaki en iyi çalışmalardan birisidir.

Aydın BARAN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: Yönetici