Yeniçeri Ocağı Tarihi Ve Yasaları / Orhan Sakin

Yeniçeriler, askeri bir yapı olmakla birlikte Osmanlı Devleti’nin siyasi, iktisadi ve sosyal alanlarında doğrudan ya da dolaylı olarak her zaman var olagelmişlerdir. Devletin en temel askeri kurumlarından biri olan yeniçerilerin, Osmanlı devletinin başarılarında etkisi olduğu kadar, başarısızlıklarında da payı vardır.

Ancak, böylesine büyük ve devlete etkisi inkâr edilemez bir kurumu, işin açıkçası tarih kitaplarından okuduğumuz kadarıyla -üç beş sayfa ile- tanıma fırsatım olmuştu. Ama Osmanlı Devleti’nde böylesine önemli ve fonksiyonel bir yapıyı detayları ile okuma ve anlama şansım “Yeniçeri Ocağı Tarihi ve Yasaları” isimli kitapla tanışıncaya kadar olmamıştı.

Kitap iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda, Yeniçerilerin Osmanlı toplumsal ve siyasi hayatındaki yeri, ocağın kaldırılması ve Osmanlı Devletinin tasfiyesi anlatılmaktadır. Bu kısımda “Devşirme, Osmanlı Kara Ordusu, Yeniçerilerin Teşkilat Yapısı, Kışlalar ve Subayları, Acemi Ocağı, Yeniçerilerin Sahip Olduğu Ayrıcalıklar, Yeniçeriler ve Bektaşilik, Yeniçeri Sisteminin Bozulması, İsyanlar ve Yeniçeriler, Osmanlı Devletinin Dağılma Döneminde Yeniçeriler, II. Mahmud ve Yeniçerilerin Sonu ve Sonrasında Osmanlı Devleti” tüm ayrıntıları ile verilmiştir.

Kitabın ikinci kısmında, 1606 yılında yazılan “Mebde-i Kavanin-i Yeniçeriyan” isimli eserin sadeleştirilen metni ele alınmıştır. Bu kısımda “Acemi Oğlan Ocağı, Yeniçeri Ocağı, Yeniçeri Ağası Konağındaki Görevliler, Sekbanlar, Yeniçeri Kışlaları, Acemilerin Üst Rütbeli Subayları, Yeniçeri Kâtipleri ve Ocakta Kanuna Uyan ve Uymayan Uygulamalar” hakkında detay ve nitelikleri bilgiler sunulmaktadır.

Devletin anaerkleri asli vazife alanlarında kaldığı sürece hem devlet adına hem de erkin selameti adına çokta büyük sorunlar yaşanmamaktadır. Kitapta da bahsedildiği üzere Yeniçeri ocağı, asli vazifesi olan askeri faaliyetlerine odaklandığı sürece çok büyük başarılara imza atmıştır. Ne zaman ki asli vazife alanından uzaklaşıp, siyaset alanına dâhil olmuşsa o zaman hem kendileri hem de Osmanlı Devleti adına büyük sorunların oluşmasına neden olmuştur.

Bu durum aslında bugün de devletlerin selameti açısından hala güncelliğini korumaktadır. Tüm devletler, ordu ile siyasi mekanizma arasına kalın kırmızı çizgiler koymakta; ordunun mümkün olduğunca kendi alanında kalmasına ve siyaset alanına girmemesine özen göstermektedirler. Aksi takdirde sonucu öngörülemeyen ve tamiri imkânsız olan sonuçlar ortaya çıkabilmektedir.

Yeniçerilerin maaşlarında yaşadıkları memnuniyetsizlikler, düşük olduğu gerekçesiyle ticaret ve esnaflıkla uğraşmaları, rüşvet, padişahların üzerinde hâkim olma isteği, gücü kendilerinde toplama ve istedikleri yönde kullanma emelleri, devlet kadrolarına liyakatsiz bir şekilde sızmaları, devşirme sistemin bozulması vb. birçok neden Yeniçeri kurumunun bozulmasına neden olmuştur.

Hiç şüphesiz, Yeniçerilerin Osmanlı devlet başarısındaki etkisi inkâr edilemez. Bütün devletler, kurumlarının gücü kadar etkilidirler. Burada şunu belirtmekte yarar var. İyi bir ordu güçlü bir devlet ile mümkündür. Ya da güçlü bir devletin güçlü bir ordusu mevcuttur. Yani her ikisi de birbirini tamamlamaktadır.  Tıpkı vücudun tüm organları sağlıklı ise vücudun bütününün sağlıklı olması gibi.

Eserde altı yüz yıllık Osmanlı Devlet tarihinin yaklaşık dört yüz elli yıllık döneminde var olan Yeniçerilerin bütün yönleriyle tanıtımı tarafsız bir şekilde sunuluyor. Ve günümüz tarihçilerinin de halen bakış açısında mevcut olan Osmanlı Döneminde yaşanan tüm olumsuzlukların Yeniçerilere mal edilmesi hatasının ya da eleştirisinin pek de yerinde olmadığı, gerekçeleriyle izah ediliyor. Öyle ya, kurumlar büyüdükçe kontrolü ve diğer kurumlarla olan ilişkilerinin koordinasyonu zorlaşıyor. Hatta bir kurum büyüdükçe güçleniyor ve bu güçten yararlanmak adına herkes tavizler vermeye başlıyor. Yeniçerilik kültüründe yaşanan ana bozulmanın en temel nedenlerinden birisi, hiç şüphesiz kurumun aşırı güçlenmesidir.

Bu güce karşı padişahlar ya Yeniçerileri karşısına alarak onlarla mücadele etmişler ya da onların gücünden yararlanmak için taviz vermişlerdir. Yeniçerileri karşısına alan ve mücadele eden padişahlar büyük iç sorunlar ile uğraşmışlar, çoğu da bedelini canları ile ödemişlerdir. Gücü yanında tutmak isteyen padişah ya da yöneticiler ise kuruma karşı tavizler vermiş, bu durum, hem Osmanlı devletinin hem de Osmanlı devlet yapısında köklü bir kurum olan Yeniçeri ocağının çöküşünü hızlandırmıştır.

Sonuç olarak, dağılan bir Osmanlı Devleti ve kaldırılan bir Yeniçeri ocağı söz konusudur. Hata ister yönetimde olsun ister Yeniçeri ocağında olsun, sonuç olarak en temel soru şu; “Devlet ve Yeniçeri ocağının mücadelesini kim kazandı ya da kim kaybetti?” Elbette ki büyüyen bir kurum beraberinde sorunları da getirecektir. Büyüyen kurumlarda en büyük sorun ise dinamizmi hep canlı tutmak olacaktır. Ancak uzun yıllar çeşitli ırk, dil ve dine mensup insanları bir arada tutan Osmanlı Devletinin en temel kurumlarından olan Yeniçeri ocağının dinamizmini belirli bir noktadan sonra canlı tutamadığı, bunda ocağın büyümesi ve koordinasyonunun zorluğunun yanı sıra ocağın temel geleneklerinin bozulmasının da etkili olduğu söylenebilir.  Ama şu da bir gerçek ki, Yeniçeri ocağının zayıflaması devletin de zayıf düşmesine neden olmuştur. Bu işten zararlı çıkan da ocağın kendisi kadar Osmanlı Devleti olmuştur.

Bu bağlamda ocağın bozulması sonrası devletin üzerinde bir yük haline dönüşmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Ancak her sorunun Yeniçeri ocağına bağlanması günümüz tarihçilerinin yaptığı bir yanlış değerlendirmedir. Sn. Orhan Sakin bu noktada farklı ve tarafsız bir değerlendirmede bulunmaktadır. Özgün olmasıyla tarihin bu yönüne ışık tutmanın da bir gereklilik olduğunu belirtmek isterim.

Ayrıca eserde Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecine sokulması aşamasında Batılı devletlerin Yeniçeri ocağının kapatılmasına yönelik etkileri tarafsız bir şekilde analiz edilmiştir.

Bu vesileyle Yozgat’ın yetiştidirdiği tarihçi yazar Sn. Orhan Sakin’e böylesine kıymetli bir eseri okuyucu ile buluşturduğu için teşekkür ederim.

Fatih ŞAHBAZ

Sorgun Düşünce Kulübü

Author: sevare