Yozgat’tan Dönüş

Bir Cumartesi öğleden sonrası idi. Mayısın son haftası olduğundan okullar tatile girmişti. O gün Ahmet Ağa, Delibaş’ın Köprüsü önünde sabırsızlıkla bekliyordu. Hani haksız da değildi, iki aydan beri görmemişti biricik oğlunu. Hem onun özlemi hem sınıfını geçip geçmediğinin merakı, bu vefakar babayı fazlasıyla telaşlandırıyordu. Onunla beraber hayli de kalabalık vardı köprü başında. Çoğu sırtlarını köprünün ahşap korkuluğuna dayamışlar, geleni geçeni seyrediyorlardı umursamadan. Derken Yozgat tarafından bir otobüsün geldiği görüldü. Yüklü bir sap kağnısının ağırlığı vardı gelişinde. Aynı onun gibi temkinli ve yavaş geliyordu. Yaklaştıkça yükünün bir hayli ağır olduğu anlaşılıyordu. İçini ve üstünü tıklım tıklım insan ve eşya ile doldurmuşlardı. Muavine ancak merdivenlerde yer kalmıştı. Daha otobüs durmadan Ahmet Ağa ve kimileri önüne çıkıp karşılamışlardı. Deminki sabırsızlık ve telaşın yerini, şimdi biraz da heyecan almış, camlardan içeri bakmaya başlamışlardı. O an Yaşar, babasını görüp el sallamıştı. Nihayet otobüs durabildi. Muavin kapıyı açtığında, sanki değirmenden geliyorlarmış gibi, içinden çıkanların ilk işleri, daha yere basar basmaz bir güzel silkinmek, üzerlerindeki tozdan kurtulmak oluyordu.                                                                                                         

İlk inen birkaç kişiden sonra Yaşar da otobüsten indi ve hemen babasının eline öpmek için sarıldı. Sonra da Saniş Hala’nın inmesine yardım ettiler. Ahmet Ağa da kayınvalidesinin elini öptü. Karşılıklı hal ve hatır sorup konuşurlarken, muavinin, otobüsün üstündeki eşyaları indirmesini izlemeye başladılar. Sıra Yaşar’ın eşyasına geldiğinde, baba oğul muavine yardım ettiler. Yaşarlar’ın iki yatak, bir valiz bir de çuvalı vardı yukarıda. Yükleri inince Ahmet Ağa tek atlı bir araba çevirdi ve eşyaları ona yüklediler. Beş on dakika içinde evlerindeydiler.

Hatun Abla’nın sevinci de kocasınınkinden az değildi. O da iki aydan beri görmemişti oğlunu ve anasını. Önce oğlunu kucakladı ve öptü, sonra da anasıyla kucaklaştılar. Ama Saniş Hala’yı bu yolculuk bir hayli yormuştu, bitkin ve dermansız gözüküyordu. Daha doğrusu otobüs tutuyordu yaşlı kadını. Kızının tavsiyesine uyarak elini yüzünü yıkadıktan sonra sedirin üzerine uzandı. Birkaç dakika geçmemişti ki, uyuyakalmıştı. Bunun üzerine ses çıkarmadan çekilmişlerdi yanındakiler. Yaşar’la babası çarşıya çıkmışlar, Hatun Abla da gelen eşyaları yerleştirmeye koyulmuştu.

Aradan bir saat bile geçmeden, duyan komşuları Saniş Hala’yı ziyarete gelmişlerdi. Bu bir saatlik uyku onu dinçleştirmeye kafi gelmişti.  O da komşularını hayli özlemişti. Hepsiyle ayrı ayrı kucaklaştı ve hatırlarını sordu. Konuşmaları hep Yozgat’ta çocuk okutma üzerine oluyordu. Ona vilayetten haberler soruyorlar, orda nasıl yaşadıklarını öğrenmek istiyorlardı. Zira Kamer Abla da gelecek yıl oğlunu liseye gönderecekti. O nedenle bu konu çok ilgilendiriyordu onu. Artık Saniş Hala üç yıldan beri bu işin ustası olduğundan, onlara bir hayli bilgi aktardıktan sonra şöyle devam ediyordu sözlerine:

“-  Bek zor anam, ohumah bek zor gayri. İnce inneyinen guyu gazmıya beñziyo. Baharım da yavrılara yürağam parçlanırdı. Uyhu yoh, dünek yoh gece yarılarınâce! İki yasdı, üç yasdı olur olur, uyurum uyanırım, baharım ki daha ohuyolar. Get baba çıhsın ohumasında! Boyuna goz nuru doküyolar. Hele bi de bilse gavur kopekler, hele bi de bilse yavrılarıñ emâni.  Çoğu zayıf veririmiş gine de…”

“-  Hele bek zor diyolarıdı Yozgad’ıñ mekdebine. Demek ki essahımış.”

“-  Essah demek de laf mı? Hele bi gız varımış bi gız. Allah olmaz olsuñ. Kimye mi diyolar, ficik mi diyolar, o derse geliyomuş. Uşağıñ alayına zayıf veriyomuş. Bi gediyim şunuñ yanına diyodum, olgorüp gidemedim. Uşahlar bırakmadı ki! Diyacâdim, ‘Gavır elekci, ne var acik şu çocuhlara gıyma’ deyi, amma salmadı bizim oğlan.”

“-  Sayıdan gidecekmiydiñ Saniş Abla?”

 “-  Niye getmeyim kele? Ondan mı utanacâdım. O gız başıyınan goca goca oğlannara zayıf vermiye utanmıyo da ben mi utanacâm? Ha gendi utansıñ. Oña da gidecâdim, müdüre de gedecâdim, hesap muallimine de gidecâdim ya, salmadılar işde.”

 “-  Vâyh ne eyi, gelecek sene gurtuluyoñuz. Hemi sen alışdıñ oralara. Bi de bizimki Yaşar gibi ohusayıdı. Tek fazlasını istemiyom, şu liseyi bi bitirtdirebilseyidim…”

“-  Vıhy anam dile golay çocuh ohutmah! Üç senedir bi Allah bilir, bi de biz çekdiimizi. El ohudurken bize bek golay geliyodu. Aha Haceli Ağa şurda ohudurdu da imrenirdik golayımış deyi. N’aziyoo! İçine girmeyince bilinmiyo. Amma maşallah bah, onuñ oğlu çohdan ohudu çıhdı.”

“-  Yaa, ööle diyolar, bek ahıllıyımış maşallah. Gelecek sene gaymaham çıhacâmış.”

 Deminden beri hiç konuşmayan Ayşe Abla da söze karışmış;

“-  Eşrefiñ Ali’niñ oğlu da hakim çıhacâmış diyolar.”

Kamer Abla,

 “-  N’ebiyim onu duymadıyıdım?”

 Saniş Hala,

 “-  Yaa, o da bek gozel ohuyo maşallah. Bizimkiyinen başladılarıdı orta mekdebe. Aha bah, iki sene araladı bizimkini. Bizimki de eyi ohuyodu ya, n’ebiyim sonadan acik kotüledi çocuh.”

 Ayşe Abla,

 “-  Hele bi de Gara Ömer’iñ oğlunu bek eyi ohuyo diyolar. O çocuh da bek ahıllıyımış. Gorüyoñ mu osüzluunen böyüdü de aha şindi tohdur çıhacâmış diyolar.”

 Saniş Hala,

 “-  Yozgat’da bizim bi bildik var da o söölüyodu. Şindi ohumah bek zora bindi diyodu. Ya çocuh bek ahıllı olacâmış, ya da içinden adamıñ olacâmış. Yoğsa golaylıınan sınıf geçitdirmiyolar adama.”

 Kamer Abla,

 “-  Onu diyom ya; aha bizim oğlan iki senede bi geçiyo ortamekdebi. Elleriñ uşahları nası ohumuş, nası çıhmış? Anam elleriñ toomundan mı, torbasından mı? Bizimkiler niye ööle ohumuyo acep?”

Saniş Hala,

“-  Eyi ya gızım, beş barnâñ beşi de bir mi? Tabi içinden ahıllısı da çıhacah, ahılsızı da. N’oorecâñ evladıñ, gapıya goyacah halıñ yoh ya!”

 Ayşe Abla,

 “-  Hadi gidek gari Gamer Hatın, dışarı âşam olmuş.”

 “-  Yaa gidek anam, Saniş Abla bize müsaade.”

 “-  N’oolduñuz kele gidersiñiz, burda galmıyoñuz ya?”

 “-  Eyi oturduh Saniş Abla. Ocahda öyün varıdı gız bahmaz da oyuncah olur soona. Yaa, eyi ahlıma düşdü, sen otaşını (madımak) seversiñ, âşam salıyım da yeyiñ Yaşarınan.”

 “-  Yoh adam niye zahmet edecâñ?”

 “-  Olsuñ ne zahmetiyimiş kele, bi tabah aşıñ hasiyetinde ne var ki? Gayri otlarıñ da dadı galmamış, gartlaşmışlar.”

 Her iki kadın kalkıp dışkapıya kadar gelmişlerdi. İkisi birden veda ederken,

 “-  Hadiñ galın sâlıcânan!” 

“-  Ayahlarıñıza sâlık, gediñ sâlıcânan, hadiñ gule gule anam!”

 Ötekiler avludan dışarı çıkarken, Saniş Hala ve Hatun Abla da geri evlerine girmişlerdi…

Rauf Yücel                                                        

                                                                                    

Author: yasin66
İsim: YASİN AĞAN